Navigasyon |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Karabük Hakkında Tüm Bilgiler |
|
|
Genel Bilgiler
Yüzölçümü: 1.376km²
Nüfus: İl 142.569, kent 225.102 (2000)
İl Trafik No: 78
Batı Karadeniz bölgesinde bulunan Karabük, Tarihi Safranbolu evleri ve antik kentleri ile bir turizm cennetidir.
Karabük, Türk Ulusunun tarihinde, sanayileşmeyi simgeleyen kent olmanın haklı gururunu taşımaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Ulu Önder Atatürk'ün sanayileşme yolunda aldığı devrim kararı üzerine, Türkiye'nin ilk entegre demir-çelik tesisinin yeri için, maden kömürü havzasına ve sahile yakınlığı, demiryolu güzergahında bulunuşu ve stratejik uygunluğu nedeni ile Karabük seçilmiştir.
İLÇELER:
Karabük ilinin ilçleri; Eflani, Eskipazar, Ovacık, Safranbolu ve Yenice'dir.
Safranbolu:
Yenice : Karabük'e 35 km. mesafede olan Yenice'nin tarihi, bölgenin eski tarihi geçmişine benzer olup, Selçuklular döneminden itibaren önemli bir yerleşim yeri olmuştur.
Yenice Ormanları, tropik bölgeler dışında, dünyanın ender bölgelerinde görülebilecek, bir çoğu anıtsal boy ve kalınlığa ulaşmış ağaç türleri ile gerçek bir ağaç müzesidir. Bu ormanlarda barınan hayvanların çeşitliliği, yaban hayatı yönünden Yenice'ye ayrı bir değer kazandırır. Ormanların bazı bölümleri "Tabiatı Koruma Alanı" ilan edilmiştir. Gökpınar mevkiindeki 4 Hektarlık bir alan, 40 çeşit ağaç türü ve çok sayıda hayvanı ile birlikte Arberatum olarak tescil edilmiştir.
Ormanların yanı sıra, ilçe sınırlarındaki yaylalar, mağaralar, kanyonlar, şifalı olduğu bilinen su kaynakları, orman içine tesis edilmiş bulunan dinlenme mekanları tabiat parkları, ilçenin diğer değerlerini oluşturmaktadır.
Eskipazar : Karabük'ün güneyinde, il Merkezine 36 km uzaklıkta bulunan Eskipazar'da Proto-Hititler' den kalma çevrede pek çok kaya mezarı ve tümülüs bulunmaktadır. Bu dönemden kalma, ilçeye 3 km. uzaklıkta kalıntıları bulunan antik kent, en az 4 medeniyete ev sahipliği yapmıştır.
Üzerinde pek çok tapınak ve yazıtların bulunduğu Asar Kalesi, Asar Tepesindeki Kaya tünelleri, Roma Döneminden kalma kaya mezarları, ormanları ve soğuk suyu ile ünlü Çetiören Mesire Yeri, Bayındır İçmecesi ve Soğanlı çayında yetişen tatlı su balığı, Eskipazar'ın ilgi çeken değerleridir.
Safranbolu
Çok eski dönemlere dayanan bir tarihi geçmişe sahip olması ve çeşitli uygarlıklar nedeniyle Safranbolu’nun adı da sıklıkla değişmiştir. Türklerden önce şehrin Theodorapolis ve Dadybra adlarını aldığı bilinmektedir. Selçuklular, beylikler ve Osmanlılar zamanında; Zalifre, Taraklı Borglu, Zağfiran Benderli, Zağfiranbolu adlarıyla anılmış olup 1940 yılından sonra şehrin adı, Safranbolu olarak kesin şeklini almıştır.
Kentin bilinen tarihi, Safranbolu kalesinin IX. Yüzyılda Anadolu’ya akın yapan Müslüman Arapların saldırılarını durdurmak amacıyla Bizanslılar tarafından yapılmasıyla başlar. Ancak bundan önce Kıranköy kesiminde Ayestefenos Kilisesinin 515 tarihinde yapılmış olduğuna bakarsak şehrin tarihinin Roma döneminden öncesine kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Safranbolu, Bizanslılardan sonra, Çobanoğulları ve Osmanlılar zamanının önemli yerleşme alanı olarak tarihte yerini almıştır. Osmanlılar zamanında XVI yüzyılda Anadolu Eyaleti sınırları içinde Bolu Sancağını oluşturan 16 nahiyeden birisi idi. 1694’de Bolu Sancağı kaldırılınca Bolu ve Viranşehir bağımsız Voyvodalıklara ayrılmıştır. Voyvodalık uygulamasına II. Mahmut 1811 tarihinde son verir ve Viranşehir Sancağı kurulur, yönetim merkezi Safranbolu olur. Viranşehir dönemi 1811-1870 yılları arasını kapsar. 1870 yılında kaldırılan Viranşehir Sancaklığından sonra Safranbolu Kastamonu Sancağına bağlandı. 1927 yılına kadar da bu sancağa bağlı olarak yönetildi. 1927 yılında Zonguldak’a 1995 yılında Karabük Vilayet sınırları içinde yer aldı.
Tarihi Kalıntıları
Safranbolu’nun eski tarihi ile ilgili olarak bugün halen mevcut olan eserler höyükler, kaya mezarları, kabartmalardır. Hacılarobası Köyünde bulunan İnkaya Kaya Mezarları, Akveren ve Yörük Köyleri arasında kalan Horozini Kaya Mezarları ve taşları bulunmaktadır. Kıranköy kesiminde bulunan ve bugün cami (Ulucami) olarak kullanılmakta olan Ayestefenos Kilisesi’nin Theodore tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Bunların dışındaki eserler Türklerin egemen olduğu dönemlere ve özellikle Osmanlı dönemine aittir.
Safranbolu’yu ülkemizde ve dünyada ön plana çıkaran en önemli unsur, geleneksel Türk mimarisi tarzındaki evleridir. Bu evler bir yandan kentsel konumlarıyla diğer yandan mimarileriyle dikkate değerdirler. Safranbolu evleri yüzlerce yıllık bir süreçte oluşan Türk kent kültürünün günümüzde yaşamaya devam eden en önemli yapı taşlarıdır. İlçe merkezinde 18 ve 19 y.y başlarında yapılmış yaklaşık 2000 geleneksel Türk evi bulunmaktadır. Bu eserlerin 800 kadarı yasal koruma altındadır. Evler Safranbolu’nun iki ayrı kesiminde gruplaşmış durumdadır.
Safranbolu’nun örnek koruma çalışmalarına sahne olduğu 1975 sonrası döneminde Kültür ve Turizm Bakanlığı şehirde “Kaymakamlar Evi” olarak bilinen evi satın alarak restore ettirmiş Safranbolu Sağlıklaştırma Projesi kapsamında 30 kadar evin dış cephe restorasyonu ve bazı sokakların düzenlenmesini yaptırmıştır. Ayrıca Yemeniciler Arastasını da restore ettirmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü Cinci Hanı’nın restorasyonunu tamamlamış ve Cinci Hamamı ile diğer eserlerin restorasyonuna girişilmiştir. Yine Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Eski Hükümet Konağının restorasyonu yapılmıştır. Safranbolu, sahip olduğu kültürel mirası ve burası korumadaki başarısı sayesinde 1994 yılında UNESCO tarafından “Dünya Miras Kenti” unvanını almış, bu da Safranbolu’nun tüm dünyada daha çok ilgi çekmesini sağlamıştır.
Safranbolu, tarihi eserleri ve evlerinin yanı sıra ilgi çekici doğal güzelliklere de sahiptir. Yoğun orman alanları ve vadiler, piknik yapmaya elverişli olduğu kadar yürüyüş, tırmanma ve bisiklet gibi diğer turistik etkinliklere de olanak sağlamaktadır.
İncekaya Su Kemeri, görkemli evlere sahip Yörük Köyü, Dünya Mağara Literatürüne girmiş Hızar Mağarası, kanyonlar, yaylalar kentin diğer turizm olanaklarıdır. Hacılarobası ve Üçbölük Köyü çevresindeki kaya mezarları, Safranbolu’nun uzun tarihi geçmişine ilişkin bilgi vermekte olup son yıllarda turizm amaçlı kullanılmaya başlanmıştır.
Önemli Tarihi Yapılar
- Köprülü Mehmet Paşa Camii: 1662 yılında ibadete açılan camii, Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami; Çarşı’da Çeşme Mahallesindedir. Yazıtı yoktur, ancak yapımını sağlayan Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa tarafından gönderilen el yazması bir Kuran’dan 1661/1662 yılında ibadete açıldığı anlaşılmaktadır. Çarşıdan büyük kemerli bir kapıdan avlusuna girilmektedir. Ayrıca Arasta’ya açılan bir diğer kapısı vardır.
Caminin ana mekanı kare planlıdır, üstünü tromplarla geçilen bir kubbe örtmektedir.Ayrıca bu kubbenin oturduğu sekizgen kasnak dışardan payandalarla desteklenmiştir. Beş bölümlü beşik tonozlarla örtülü bir son cemaat yeri vardır. Köprülü Mehmet Paşa Camii Sütunlara oturan, kemerlerle avluya açılan giriş kısmının sağ tarafından tek şerefeli minaresi yer almaktadır. Camide, özellikle içerde, daha geç bir devrin ürünü olan kalem işleri, mahfil kısmı belirgin noktalardır. Köşe sütunlarıyla belirlenen boyalı mihrabı, ahşap geometrik motiflerle şekillenen minberiyle, bu yapıda yer yer çözüme ulaşmamış kısımlar bulunmaktadır.
Cami tümüyle XVII yüzyılın özelliklerini belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır. Cami iki kez restore edilmiştir. Avlusunda şadırvan, güneş saati ile kütüphane ve muvakkithane olarak müştereken yapılmış bina bulunmaktadır.
- İzzet Mehmet Paşa Camii: Padişah III. Selim zamanında ve 1794-1798 yılları arasında Sadrazamlığa yükselen aslen Safranbolulu olan İzzet Mehmet Paşa, Çarşı içinde bir cami yaptırmıştır. Anılan cami,i İstanbul’daki Nuruosmaniye Camisinin adeta küçük bir modelini oluşturur. Tamamen kesme taştan yapılmış olan cami, Fevkani Camiler grubu içinde düşünülebilecek özellikler taşır. Küçük bir külliyeyi oluşturan, eğimli araziye uyumlu bir şekilde yerleşen yapılardan camiye 10 basamaklı merdivenlerle ulaşılır. Yapının ana mekanını örten kubbeye pandantiflerle geçilmekte aradaki kasnağa ise pencereler açıldığı görülmektedir. Köşelerdeki ağırlık kuleleri yapıyı sınırlar. Namaz kılma alanı kare biçiminde olup eni boyu 13.5 metredir. Minber ve mihrabı çok zengindir. Mihrabın üzerinde Padişah III. Selim’in tuğrası vardır. İçindeki kalem işleri, bezemeleri, çok köşeli kalem gibi zarif minare gövdesi ile külah ve alemi bu zarafete layık bir şekilde yapılmıştır. 1902-1903 ve 1990 yıllarında onarım gören caminin külliyesi içinde kütüphane, abdesthane, iki çeşme ve vakıf dükkanları yer alır. Cami ve avlusu altından geçen Akçasu deresi üzerine yapılan kemerler üzerine oturmaktadır.
- Kazdağlıoğlu Camii: Giriş kapısı üzerindeki yazıttan 1778 tarihinde Borlu Ayanı, Hacı Halil Mahallesinden, Kazdağlıoğlu Mehmet Ağa tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Taş ve tuğladan, tek kubbeli olarak yapılmış bu yapıda da tromplardan kasnağa, oradan kubbeye geçilmektedir. Çevresinin açılması nedeniyle, önündeki küçük avlunun ortadan kalktığı bu yapının üç bölümlü bir son cemaat yeri vardır. Ortadaki kubbe, yanlarındakiler ise aynalı tonozlarla örtülüdür.
- Hidayetullah Camisi: Giriş kapısı üzerindeki yazıttan 1718-1719 tarihinde Hidayet Ağa tarafından yapıldığı, 1873-1874 tarihinde de onarım gördüğü anlaşılmaktadır.
- Dağdelen Camii: Giriş kapısı üzerindeki yazıttan 1767-1768 tarihinde Hacı Mehmet adlı bir kişi tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
- Lütfiye Camii: 1878/1879 yılında Hacı Hüseyin Hüsnü tarafından yaptırılmıştır.
- Mescit/Zülmiye Camii: 1883/1884 yılında yapılmıştır.
- Gazi Süleyman Paşa Medresesi: Eski Caminin alt kısmındadır. Orhan Beyin oğlu Şehzade Süleyman tarafından ya da onun adına yaptırıldığı; 1845/1846 tarihinde de Sultan Abdülmecit tarafından onartıldığı şimdi kaybolmuş olan kitabesinden anlaşılmaktadır.
- Cinci Hanı: Sultan İbrahim’in Sadrazamlarından Cinci Hoca (Kazasker Hüseyin Efendi) tarafından yaptırılmıştır. Kesin yapım tarihi bilinmemesine rağmen 1640-1648 tarihleri arasında yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Kesme ve moloz taştan yapılmış han, iki bölümden oluşmaktadır. Ortadaki avluya açılan iki katlı revakların gerisine odalar, güney batısına ise avludan geçilen ahır bölümü yerleştirilmiştir. Avlunun ortasında bulunan havuz genel görünümünü bugün de korumaktadır. Yeni restore edilerek hizmete açılan 2 katlı 62 odalı Cinci Hanı’nın giriş kapısı, kilit ve anahtarı; Türk demir işçiliğinin ilginç örneğidir.
- Cinci Hamamı: Bu eserde Cinci Hoca tarafından yaptırıldığı için Cinci Hamamı olarak anılmakta, hamamın yapılış tarihinin ise, Cinci Hanı ile aynı zamanda (1640-1648) olduğu sanılmaktadır. Hamam, Vakıflar Genel Müdürlüğü kayıtlarında Hamide Hatun Vakfı olarak geçmektedir. Hamam kadınlar ve erkekler kısmından oluşmaktadır. İki bölümün planının da aynı olduğu bu hamam, haçvari sıcaklıklı hamamlar grubuna girer. Çarşının içinden girişi bulunan hamamın, iki bölümünün de soğukluklarını tromplu bir kubbe örtmektedir. Ilıklık kısmında helalar yer almaktadır. Sıcaklık kısmı ise haçvari planlıdır. Bu kısım ortada kubbe, bu kubbeli alana açılan dört beşik tonoz ve köşelerde dört küçük kubbeyle örtülüdür. Arkada külhan ve ocak yer alır. Türk hamam geleneğinde belirgin bir özellik olarak her iki bölümün girişlerinin farklı sokaklara açılmasının dışında ayrılık taşımayan bu hamam Safranbolu’nun en özellikli hamamlarının başında gelmektedir. Restore edilmiş olup, hizmete açıktır.
- Tokatlı Köprüsü: 1778 yılında Kazdağlıoğlu tarafından su köprüsü olarak yapıldığı, daha sonra 1796-1797 yıllarında İzzet Mehmet Paşa tarafından geçit durumuna getirildiği söylenmektedir. 40 metre uzunluğunda, 15 metre açıklıklı tek bir kemerden oluşan 6 metre genişliğindeki bu köprü 30 metre yüksekliğindedir.
- İncekaya Su Kemeri: Sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından yenilenerek kentte kazandırdığı eserlerden biridir. Mimari değer taşıyan bu eserin, 1794-1798 arihlerinde tamirat geçirdiği bilinmektedir. Bu yıllarda kente büyük hizmetleri bulunan Paşanın en büyük hizmeti kente gelen su yollarını onartmasıdır. 116 metre uzunluğundaki su kemeri yerden yaklaşık 60 metre yüksekliktedir. Bu büyük kemerin üzerindeki 5 kemerli bölümü tamamen taştan ve Horasan harcı ile yapılmıştır. Toprak üzerine rastlayan bölümler 2.5 m. derenin üzerine rastlayan kemer üstü ise 1.20 metre genişliktedir. Bir kanal içinde su geçer. Suyun akış hızının dengelenmesi için su kemeri üç kıvrımlıdır. Buradan geçen su Asmazlar Konağının bahçesinde bulunan su terazisinden kente dağıtılır.
- Taşköprü: Kesin yapım tarihi bilinmemesine rağmen Osmanlılar tarafından yapıldığı sanılmaktadır. 34 metre uzunluğunda, 2 kemerli, yalın görünüşlü bir yapıdır.
- Saat Kulesi: Eski Hükümet Konağı arkasına düşen yerde, eski kalenin orta yerinde, bu günde görev yapan saat kulesi, III. Selim’in Sadrazamlarından İzzet Mehmet Paşa tarafından 1794-1798 tarihleri arasında yaptırılmıştır. Kiremitli çatısı bulunan kulenin yüksekliği 20 metre kadardır. Saatin sesi uzaklardan işitilmektedir. 7 günde bir kurulan saat, zembereksiz olup 60 kğ. lık bir ağırlıkla çalışmaktadır.
- Güneş Saati: Köprülü Mehmet Paşa Camisi avlusundadır. Basit tip, yatay güneş saatleri grubundadır. Sabah 06.40 akşam 17.20 arasındaki zamanı metal plakanın gölgesine göre gösterir. Osmanlı dönemine ait 95 adet güneş saatinden birisidir. Tarihi güneş saati mermer levhanın üzerinde bulunan üçgen şeklindeki madeni bir plakanın gölgesi ve plakanın merkez teşkil ettiği eşit açılara haiz çok sayıdaki çizgi ile zamanı tayin etmektedir. Mermer levha üzerindeki çizgilerin her birinin arası 10’ar dakikalık zaman dilimini göstermektedir.
- Çarşılar: 13. ve 14. yüzyılda Konya ve Sivas üzerinden gelen zengin Müslüman ve Hıristiyan tüccarlara ait kervanların Karadeniz’e ulaştığı önemli bir liman kenti olan Sinop, 18. yüzyıla değin Karadeniz ticaretindeki önemini sürdürmüştür. Bu dönemde Safranbolu Anadolu’nun kuzeyinden geçen Asya-Avrupa ana ticaret yolunu, Karadeniz’e bağlayan en önemli bağlantılardan biri olan Gerede-Sinop kervan yolu üzerinde bir konaklama noktasıdır. 17. yüzyılın ortasında kent merkezinde inşa edilen Cinci Hanı’nın büyüklüğü, kentin bu işlevini kanıtlayan önemli bir örnektir. Han ilk yapıldığı yıllarda 63 oda ve deve ahırlarından oluşmaktaydı. Böylece Safranbolu çarşısı hanın etrafında yer alan çeşitli üretim yapılan alış veriş mekanlarının doğmasına vesile olmuştur.
Safranbolu çarşısında demircilik, bakırcılık, semercilik, dikicilik, saraçlık, ayakkabıcılık gibi işlenmiş eşya üretimine dönük iş kolları Lonca düzenine uygun olarak ayrı ayrı sokaklarda ancak bir arada yer tuttukları görülür. Bu nedenle de Safranbolu çarşısının sokakları, o sokakta yer alan zanaat koluna göre “semerciler içi”, “kunduracılar içi”, “kasaplar içi”, tüccarlar içi” gibi adlarla bilinirler. Bugün dahi adını taşıdıkları sanat koluna (Demirciler-Bakırcılar-Kalaycılar, Manifaturacılar, Boyacılar, Aktarlar, Semerciler, Saraçlar Çarşısı) göre bu sokaklarda, az da olsa bu işi yapan esnafa rastlanmaktadır.
- Safranbolu Kalesi : Bu kalenin sur ve duvarları bütünüyle yıkılmıştır. 20 m. Yüksekliğinde olduğu tahmin edilen bu kalenin yeri 1976 yılında yanan eski hükümet konağının olduğu yerdir. Bizans döneminde yapıldığı ve o dönemde Dadybra Kalesi olarak anıldığı bilinmektedir.
- Eski Hükümet Konağı: Eski kalenin bulunduğu tepenin üzerine yapılmış, mimari değer taşıyan bir binadır. Kapısının üzerinde bulunan yazıttan 1904 yılında Kastamonu Valisi Enis Paşa ve kentin Kaymakamı Mir Ahmet Beylerin gayret ve halkında masraflarına katılımıyla yapıldığı anlaşılmaktadır. 1976 yılına kadar İlçenin Hükümet binası görevini yapan bu eserde fevkalade bir taş işçiliği hakimdir. 1976 yılında geçirdiği bir yangın sonucu harap bir hale gelen bu eser, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilerek 2003 yılında tamamlanmıştır.
- Safranbolu Evleri : İlçe merkezinde 18. ve 19. yy. ile 20. yy. başlarında yapılmış yaklaşık 2000 geleneksel Türk evi bulunmaktadır. Evler Safranbolu’nun iki ayrı kesiminde gruplanmış durumdadır. Birincisi “Şehir” diye bilenen ve kışlık olarak kullanılan kesim, ikincisi “Bağlar” diye bilinen ve yazlık olarak kullanılan kesim. Şehir, yönetim merkezinin bulunduğu kale, alışveriş merkezinin bulunduğu Çarşı, evlerin bulunduğu Akçasu, Gümüş, Musalla, Kalealtı ve Tabakhane semtlerinden oluşmaktadır. Safranbolu’da şehrin oluşumunda, hem fonksiyonellik ön planda tutulmuş, hem de estetik kaygılar hiçbir şekilde terk edilmemiştir. Fonksiyonellik yönünden konutlarla- kamu binalarının, pazarlarla- çarşıların yerleşim düzeni, yol-sokak-meydan yapısı örnek gösterilebilir. Tüm evler kendilerine göre daha merkezi konumdaki kamu binalarına, dini yapılara ve anıt eserlere dönüktür. Hangi evden bakılırsa bakılsın manzara kapanmaz. Evlerin yakın plan cepheleri kör, uzak plan cepheleri açık ve birbirlerini izleyecek konumdadır. Şehrin ortasında bulunan meydana yönelik yollar ve sokaklar tamamen taş kaplıdır. Anıt eserlerin avluları ve meydanlar da taş kaplıdır. Mevcut taş kaplama tarzı rutubeti en aza indiren, sel sularına karşı dayanıklı ve ağaç köklerinin yeterli su almasına uygun yapıdadır. Evlerin yerleştirilmesinde iklim gerekleri kadar evin oluşturacağı görünüm ve göreceği manzara da dikkate alınmıştır. Bir ev penceresinden, avlu dış kapısından ya da iki evin arasından görülecek manzara kesinlikle bir bütündür. İlk bakışta gözden kaçabilecek olan bu titizlik şehrin ve yapıların tümüne egemendir.
Safranbolu evlerinin hiçbiri derme çatma değildir. Tüm evler bahçe içinde, çoğunlukla üç katlı 6-8 odalı, geniş hacimli, insan ihtiyaçlarına uygun olarak tasarlanmış ve estetikle biçimlendirilmiş büyük konaklardır. Safranbolu evinin boyutu ve biçimini belirleyen üç temel unsurdan söz edilebilir: Çok nüfuslu aile yapısı, yağışlı iklim, kültürel ve maddi zenginlik.
Bir ailede karı kocanın normal olarak iki yada üç çocuğu vardır. Erkek evlat evlendirilince ona ayrı bir ev açılmaz, gelin aynı eve getirilir. Kalabalık aile yapısının yanında, evlerde harem-selamlık ayrımı vardır. Ailelerin sahip olduğu hayvanlar evin zemin katındaki ahırlarda barındırılır. Yağışlı iklim nedeniyle kapalı alan ihtiyacı da fazladır. İnsan ve hayvan yiyecekleri, yakacak odunlar hepsi evin uygun bölümlerinde muhafaza edilirler. İşte tüm bunların sonucu olarak Safranbolu evi büyük hacimlidir. Yağışlı iklimin evler üzerinde bir başka etkisi de çatılardadır. Yağışların fazlalığı çatıların uzun saçaklı ve mükemmel yapılmalarını zorunlu kılmaktadır. Bunu sonucu olarak Safranbolu evleri için “beş cepheli mimari eser” ifadesi kullanılmaktadır.
Safranbolu evlerinin “çevreye saygılı” olarak tasarlandığı günümüz mimarlarınca da sıklıkla vurgulanır. Doğa-insan-ev; sokak-ev, sokak-çarşı ilişkileri son derece düzenli ve dengelidir. Çevreye olduğu kadar komşuya da saygı egemendir. Hiçbir ev diğerinin görüşünü engellemez. Akla ve insana dönük olarak fonksiyonel bir biçimde tasarlanan evlerin yapımında taş, kerpiç, ahşap ve alaturka kiremit kullanılmıştır. Evin oturtulduğu arsa ne şekilde olursa olsun üst katlarda uygun geometri mutlaka sağlanmıştır. Bahçeler sokaktan taş duvarlarla ayrılmıştır. Çift kanatlı büyükçe kapılarla bahçeye, bazen de doğrudan eve girilir. İhtişamı daha kapıda görmek mümkündür. Haremlik – selamlık geleneğinin bir sonucu olarak bazı evlerin çift girişi bulunmaktadır. Din ve gelenekler evi dışarıya kapar, bu yüzden ev içi ve bahçeler yüksek duvarlarla ayrılmıştır, pencereler kafeslidir, kadın yabancı erkeğe görünmez. Bazen aynı evin içinde bile, kadınlar ve erkekler ayrı ayrı yaşarlar. Safranbolu’da selamlık ve haremlik olarak ikiye bölünmüş böyle evler vardır. Bu düzen daha çok zengin evlerinde görülmektedir .
Safranbolu evinin girişinde zemin katta “hayat” vardır. Bu bölüm eğer taş kaplıysa “taşlık” adını alır. Burada ışık almayı sağlayan ve aynı zamanda odunların dizilerek hava akımıyla kurutulduğu ahşap kafesten “gliste” mevcuttur. Zemin katlarda ayrıca ahırlar, büyük kazan ocakları ve ambarlar bulunur.Üst katlara, ahşap ustalığın üstün örneklerini sergileyen merdivenlerle çıkılır.
İkinci kat, diğer katlara göre daha basıktır. Bu katta gerektiğinde yatak odası olarak da kullanılabilen bir mutfak bulunur. Mutfak ile selamlık arasında yemek servisinde kullanılan silindirik bir ahşap dönme dolap yer alır. Gündelik yaşam orta katta geçer. Soğuk kış günlerinde bu katın ısıtılması daha kolay olur.
Üçüncü kat Safranbolu evinde mükemmelliğe varılan noktadır. Bu katta tavanlar daha yüksektir. Odalara sekiz kenarlı bir çokgenden oluşun “sofa”nın (çardak) daha kısa olan dört çapraz kenarından açılan kapılardan girilir. Odaların giriş kapıları köşelerdedir ve giriş kapıları da oda ile doğrudan teması kesen özel ahşap paravana düzeni bulunur. Sofalar ve odaların tavanları ahşap süslemelerle kaplıdır. Her odada sedir düzeni ve çoğu zaman ocak vardır. Oda yan duvarlarında ahşap dolaplar ve sergen yer alır. Odaların her biri bir çekirdek aileyi yada bir aile yakınını barındırabilecek tüm unsurlara sahip, bağımsız birim olarak tasarlanmıştır. Bu doğrultuda her odada ahşap dolapların (yüklük) içerisinde, bugünün duş kabinlerini andıran gusülhaneler mevcuttur. Safranbolu evlerindeki çıkmalar, evin dış görünümünü tek düzelikten kurtardığı gibi, bu çıkmaların yanlarında yer alan pencereler sedirde oturanların sokağı baştan başa görmesine olanak sağlar. Sofalarda, eyvanlarda ve odalarda zaman zaman kalemişi süslemelere rastlanır.
Evlerin pencereleri çok özel biçimde tasarlanmış olup dar ve uzuncadır. Ahşap kanatlı pencerelerde ayrıca ”muşabbak” denilen kafesler bulunur. Pencere sayıları oda büyüklüğüne göre değişmekle birlikte genellikle fazladır. Bu hem içten geniş bir görünüm sağlar, hem dıştan evin görünümüne güzellik kazandırır. Bazı büyük odaların bir cephesinde dört, diğer cephesinde de dört olmak üzere sekiz pencere vardır. Tüm ev, göz önünde bulundurulduğunda pencere sayısının çok yüksek olduğu görülür. Pencere perdeleri beyaz, dantelli ya da delik işlidir. Evlerde ısınma ocaklarla sağlanır. Ocaktan alınan közler mangala konarak taşınır. Katlar arasında zaman zaman tecrit malzemesi kullanılmış olsa da ahşap evlerde ısının muhafazası güçtür. Bu nedenle prensip mekanın değil insanın ısıtılmasıdır.
Yemek mutfaktaki büyük ocaklarda pişirilir ve odalarda yer sofrasında ya da yer bezinde yenirdi. Mutfak odalarının yakınında her çeşit gıda maddesinin depolanmasına uygun ambarlar bulunmaktadır.
Safranbolu evlerinde abdestlik ve hela için ayrılan bölme iç mekanlardan uzak tutulmuş ve havalandırmanın sağlanabilmesi için kör cephede küçük pencereler bırakılmıştır. Pis sular “algun” denilen pis su yolu düzenine ya da hela çukuruna akıtılır, bulaşık suları ise bahçeye ya da ayrıca yapılan “çirkef çukuru”na dökülür, pis su ile karıştırılmazdı.
Evlerin saçak köşelerine uğur getirmesi için geyik boynuzu asılması geleneği yaygındır. Öte yandan gene evlerin saçağa yakın köşelerinde sokaktan görülecek yüzeylerinde yada sofa çıkmalarının alınlıklarında, Arap harfleri ile yazılmış bazı dualar ve bazen evin tarihi yazılıdır.
Evlerin sokak cephelerinde, ev içlerinde, bahçelerde, sokaklarda çeşmeler vardır. Şehirde su kültürü, dönemine göre oldukça ileridir. 5 km. mesafeden ve tarihi İncekaya Su Kemerinin üzerinden şehre su getirilmiştir. Bazı büyük konaklarda havuzlu odalar bulunmaktadır. Havuzlar büyük hacimli ve insan boyu derinliktedir. Havuzlar bazı konaklarda selamlık köşkü denilen bahçe içindeki bağımsız binalarda yer almaktadır. Bahçelerde havuz ve kuyular yoğunluktadır.
- Kaymakamlar Evi: 18 ve 19. yüzyıl Türk toplumunun geçmişini, kültürünü ve yaşama biçimi ile teknolojisini yansıtan Safranbolu Evleri arasında en önemli bir örnektir.
18. yüzyıl başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Sahibi Safranbolu Kışlası Kumandanı Hacı Mehmet Efendidir. Hacı Mehmet Efendiye Yarbay karşılığı olan “Kaim-Makam” denilmesi nedeniyle ailesi; dolayısıyla evleri de halk arasında bu isimle söylenegelmiştir. Kentsel dokusu ve tüm mimari özelliklerini günümüze dek koruyabilmiş olan ilçede Kaymakamlar Evi, 1979 yılında restore edilmiş ve haftanın 7 günü ziyarete açıktır. Safranbolu çarşısı içinde Hıdırlık yokuşu sokağı üzerinde bulunan yapı; kitle, plan ve cephe olarak özgün bir Türk evi niteliğine sahiptir. Zemin katta “Hayat” denilen zemini taş kaplı bölüm yer alır. Sokak cephesinde sağır ve sağlam duvarlar ise yapıyı adeta dışarıdan koruyarak omuzlamış gibidir. Bahçe yönüne gilistelerle açılarak ikinci bir güvenlik önlemi yanında iç mekanlara ışık, hava sirkülasyonu sağlar. Zemin kat duvarları; büyük bir bölümü ahşap malzeme ile yapılan yapıya “uzun ömürlülük”, taşıyıcılık ve hacimlerdeki önemli üretim aktivitelerinden dolayı yapıdaki yıpranmaların azaltılması, ayrıca dış tehlikelerden korunma düşüncesi ile taş olarak inşa edilmiştir. Yapının üst katları ise ahşap çatkılı ve kerpiç dolguludur. Taban ve tavan tahtaları, kapılar, dolaplar sarı çamdan yapılmıştır. Çatı, cephelerdeki hareketliliği geniş saçaklarla çepeçevre kaplamaktadır.
Birinci katın merdiven başındaki iki oda selamlık, karşıdaki bölüm ile üst kat Harem’dir. Bu katta bulunan dönme dolap, selamlık ile harem arasında yemek servisinin yapılmasını sağlamaktadır. İki kattaki odalar aynı çatı altında yaşayan kalabalık aile tipine göre bireylerin tüm gereksinimlerini sağlayacak şekildedir. Her odada sedirli oturma düzeni, yer sofrasında yemek yeme, yer yatağında yatma, yatakların konulduğu yüklük içerisindeki gusülhanede yıkanma olanağı vardır. Pencereler evin bol ışık almasını sağlar. Ceviz ve çam kerestesinden yapılmış tavan süslemeleri ise zevk ve estetik anlayışının zengin örneklerindendir. Sekiz oda, üç çardaktan oluşan Kaymakamlar Evi’nin, harem ve selamlık bölümleri çeşitli manken ve malzemelerle donatılmıştır.
- Mümtazlar Konağı: 1888 yılında Gazi Süleyman Paşa Medresesi Baş Müderrisi Müftü ve Müderris Ziya Efendi tarafından yaptırılmıştır. Geleneksel Osmanlı-Türk mimarisinin belirgin özelliklerini gösteren ev, alttaki hayat bölümü ile birlikte 3 katlıdır. Harem ve selamlık bölümlerinin birbirinden ayrıldığı evin 3 ayrı girişi bulunmaktadır. Evde, 8 oda, bir misafir salonu, bir istiare mekanı, 3 tuvalet, 4 cumba, bir kiler, bir at ahırı, bir mazra (depo) ve hayat bulunmaktadır. Her birinde ocak (şömine), gusülhane, yüklük, oyma, sedir ambarı ve odunluk bulunan odaların tavanları ahşap oymalarla süslü olup özellikle evin baş odasının tavan süslemesi 4000 ahşap parçasından oluşmaktadır.
- Karaüzümler Evi: Safranbolu İlçesinde Mescit Sokak üzerinde ahşap çatkıları, dikdörtgen biçimi ile dikkati çeken Karaüzümler Evinin Mehmet Karaüzüm tarafından 19. yüzyıl sonlarında doğru yaptırıldığı söylenmektedir. Arnavut kaldırımlı Mescit sokağa ve bahçeye bakan cephedeki sofa çıkması ile dikkati çeken bu evin üçer pencereli köşe odaları, pencere boyutları ile olağanüstü görüntü oluşturur. Ahşabın kahverengi tonları çatkılar arasındaki kerpiç bezemeler, Karaüzümler Evinin diğer özellikleri olarak göze çarpar. 3 katlı evin içinde odalar, sofa etrafında geniş ve simetrik olarak yapılmıştır. Döner merdiven, alan kaybını asgari düzeye indiren akılcılıkla düzenlenmiş ve ev hiç restorasyon görmemiştir.
- Kavsalar Evi: 19. yüzyılın ilk yarısında Safranbolu’nun ilk kiremit ve tuğla imalatçısı Damaklıoğlu Hacı Ahmet Efendi tarafından kızı Sıdıka hanım adına yapılmıştır.
- Kileciler Konağı: 1884 yılında Kilecizade Hacı Mehmet Efendi tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Her iki sokağın eğimine göre biçimlenen yapı, tam anlamıyla bir köşe evidir. Temel taş duvarlı, üst katlar ahşap çatkı arasında kerpiç dolgudur. İki cephede üst kat zarif işlemeli taş konsollar üzerinde dışarıya taşarak inşa edilmiştir. Harem ve selamlık bölümlü konağın selamlık girişi Kışlayanı sokak, harem girişi ise Akpınar sokak üzerinde bulunmaktadır. Ahşap ile taşın çok dengeli kullanıldığı Kileciler Konağının 1925 yılında onarım gördüğü dış cephedeki yazıdan anlaşılmaktadır. Öte yandan binanın yapıldığı yılı gösteren H.1300 yılı cephedeki “Kuşevi” üzerine işlenmiştir. Dış cephede ve konağın içinde insana güzel ve temiz, yüce fikirleri ilham eden özlü sözler zarif bir şekilde yazılı bulunmaktadır. Özellikle üst kattaki baş oda tavan göbeği ve etrafındaki ahşap rozetler ve süslemeler ile diğer bir odadaki “Eksantrik Dikey Şakul” görülmeye değer estetik ve görkemdedir.
- Müze Köy Yörük: Safranbolu’nun küçük bir modeli olan Yörük Köyü, 1997 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bir Türkmen köyü olması sebebiyle tamamen kentsel sit alanı içerisine alınarak korunması kararlaştırılmıştır.
16. yüzyılda Safranbolu yöresinde yaşayan göçebe cemaatlere “Yörükan-ı Taraklı” yada “Yörükan-ı Taraklıborlu” adı verilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Safranbolu, biri bugünkü Safranbolu İlçe merkezinde “Medine-i Taraklıborlu” diğeri merkezi bugünkü Yörük Köyü (Nefa-i Yörük) adını taşıyan aşiretler için kurulmuş olan Yörükan-ı Taraklıborlu adını taşıyan iki ayrı kazadır. Yörük Köyü ile ilgili yazılı efsanelerde, Yörüklerin 14. ve 15. yüzyıllarda göçer durumda oldukları, kendilerine özgü vergi düzeni ile ayrı bir kariye teşkil edecek şekilde bir kadıya bağlanıp zaman içerisinde yerleştirildikleri ve bu kazanın merkezi olarak bugünkü Yörük köyünün tespit edildiği ve uzun sürede, yüzyıllar boyunca konumlarını devam ettirdikleri anlaşılmaktadır. Köyün efsanede yer aldığı şekilde Karakeçili aşiretine bağlı oymaklar ve Taraklı aşireti mensupları ya da bütününden oluşan biçimde kurulmuş olması kesin olmamakla birlikte ihtimal dahilindedir.
Safranbolu’nun aksine arsa ve engebeli arazi sorunu olmayan Yörük’lüler evlerini nerede ise bitişik nizam inşa etmişlerdir. Anadolu köylerinde genellikle görülen ev kümelenmesi yerine ana cadde boyunca yapılanmışlardır. Ana cadde sonundaki meydandan açılan düzenli sokaklar da bile bitişik nizam havası devam etmektedir.
Eflani
İlçede ilk yerleşim M.Ö. I. Yüzyılda Bitinyalılar tarafından Roma’ya karşı bir savunma hattı oluşturmak amacıyla kurulduğu sanılmaktadır. İlk ve Ortaçağlarda Amasra kolonisinin İç Anadolu ile bağlantısını sağlayan yol üzerindeki bir savunma şatosu olarak yapılmıştır. Bu şatoyu Bithynia Hükümdarı Nikomedes’in oğlu Pylomes tarafından yapıldığı ve onun adını taşıdığı, Eflani adının buradan geldiği tahmin edilmektedir.
Yöre M.Ö. 70 yılında Roma, daha sonra Bizans egemenliğine girmiştir.Kaynaklar incelendiğinde Eflani’nin tarihi hakkında çok eskilere varan bilgilere rastlanılmamaktadır. Bu topraklar üzerinde kimlerin yaşadığı, hangi medeniyetlere sahne olduğunu kesin olarak bilinmemektedir.
1084’de Kastamonu ve Sinop bölgesini fetheden Kara Tiğin Bey bir süre buraya hakim olmuş, daha sonra da Bizanslıların eline tekrar geçmişse de 1213 yılında tekrar Türklerin eline geçmiştir. 1469 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Ceneviz problemini halletmek üzere Amasra üzerine yürüyen Osmanlı birlikleri Eflani’de toplandı. Deniz yoluyla Amasra önüne gelen Murat Paşa komutasındaki birlikler Amasra limanını teslim alınca Eflani’deki birliklerinden ayrılan garnizon, Amasra’ya gönderildi. Kastamonu’nun bir sancak haline getirilerek Anadolu Beylerbeyliğine katılması üzerine, Eflani kalesinin artık stratejik bir fonksiyonu kalmadı. Eflani’nin askeri değerini kaybetmesi ile sadece çevre köyler için bir Pazar yeri olarak basit bir ekonomik değer taşımakta ve bundan sonraki kaynaklarda Eflani’den “Pazar” adıyla bahis olunmaktadır.
Kanuni devrinde Eflani, 80 akçelik küçük bir kadılık olarak teşkilatlandırılmış ve Kastamonu Sancak Beyliğine bağlanmıştır. Tanzimat’tan sonra kurulan yeni vilayet teşkilatında ise 35 parça köyü ile Kastamonu vilayetinin Safranbolu ilçesine bağlı bir bucak haline gelmiştir. Cumhuriyetin ilanından önce Eflani Safranbolu İlçesine bağlı olup, Safranbolu ise Kastamonu iline bağlı bir ilçe durumunda idi.
Cumhuriyet döneminde Safranbolu’ya bağlı bir bucak merkezi olarak 1927 yılına kadar kaldı. 1927 yılında Safranbolu ilçesinin Zonguldak iline bağlanması ile Eflani de bucak özelliğini koruyarak Zonguldak ili sınırları içinde yer almış oldu. 1953 yılında çıkarılan kanunla Eflani ilçe merkezi oldu. 1995 yılında Karabük il olunca Karabük iline bağlandı.
- Tarihi Kalıntılar: Geniş zaman içinde İlçenin çeşitli yörelerinde bir çok tarihi yapıtlar meydana getirilmiş bu tarihi yapıtlardan bugüne pek azı kalmıştır. Bunlar da tarihi özelliklerini kaybetmek üzeredir. İlçe merkezindeki yapıtlardan Taşhan, Evliyahanı ve Refikdayıoğlulları Oteli ile Tabaklar Köprüsü kısmen muhafaza etmektedirler. Ayrıca Gelicek ve Karacapınar köylerindeki bir çok ev tespit edilerek koruma altına alınmıştır. Bunlara ilaveten hemen her köyde tarihi izler taşıyan benzeri eserler mevcuttur. Tarihi eserler arasında bugün kalıntılarına rastladığımız su yolları, manastır yıkıntıları, kaya mezarları, tümülüsler ve höyükler ile mağaralar mevcuttur.
Eskipazar
Eskipazar’da yaşayan ilk halkın Proto-Hititler olduğu kabul edilmektedir. Küçük Asya (Asianic) kavimlerinden olan Proto-Hititler aynı zamanda Turani (Ortaasyalı) dirler. M.Ö. 5000’den itibaren Anadolu’ya gelerek Hisarlar eteğinde şehir krallıkları kurarak ilk siyasi hayatı Anadolu’da başlatmışlardır. Eskipazar’ın antik devirde adı, Hadrianapolis olarak geçmektedir. Kuruluş tarihi İskender’in ölümü olan M.Ö. 323’ten sonraya rastlar. Makedonya İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla oluşan yeni devletlerden Paflagonya Devleti, Eskipazar’ı sınırları içerisinde alır. Şimdiki Eskipazar’a 5 km. uzaklıktaki Budaklar Köyü Hacamatlar Mahallesinin bulunduğu yerde, Hadrianapolis Antik Kentinin kalıntıları vardır. Bunların içinde mahzenler, saray merdiveni kalıntıları ve hamam harabeleri mevcuttur. Sığınak ve su kanalları kalıntılarına halen rastlanılmaktadır. Bu kentin kurulduğu yerin genişliğine bakıldığında, 6 büyük merkezden birisinin olduğu hemen belli olmaktadır. M.Ö. 63 yılında buraya Romalılar hakim olmuştur. Yine Budaklar Köyü çevresindeki kalıntılarda da Romalılara ait yapılar ve mezarlar bulunmaktadır. Hadrianapolis- Paflagonyalılar ve Romalılar devrinde önemli merkezlerden biridir. Ulaşımın Bartın ve Amasra yolu ile yapıldığı tahmin edilmektedir. Romalıları kesin yenilgiye uğratan Selçuklular, Hadrianapolisi ele geçirmişlerdir. Harap ve yıkılmış bir şekilde olduğu için Selçuklu devrinde Viranşehir adıyla anılmıştır. Budaklar Köyü Hacamatlar Mahallesindeki kalıntılardan birçok kavmin yaşadığı anlaşılmaktadır. Alt alta mezar yapıları, yine diğer barınak kalıntılarının altından diğer bir kalıntı çıkmaktadır. Bu da gösteriyor ki kent birkaç kez yıkılmış, yeniden yapılmıştır. Selçuklular devrine ait sarnıç ve kiremitten yapılmış bina kalıntıları da mevcuttur. Yatılı Bölge Okulu’nun altındaki çeşmenin suyunun tarihinin Romalılara kadar uzandığı su büzlerinden anlaşılmaktadır.
Selçukluların Moğollara yenilmesinden sonra 1309 yıllarında Selçuklu Devleti ortadan kalkmış, Viranşehir (Eskipazar), Kastamonu, Safranbolu’yu içine alan Candaroğulları’nın eline geçmiştir. 1398 yıllarında Yıldırım Beyazıt’ın Candaroğulları Beyliğini Osmanlı Devletine katmasıyla, Viranşehir Osmanlı Devletine geçmiş oldu. Osmanlı İmparatorluğu döneminde sancak beyliği (Mutasarrıflık) olan Eskipazar, Bolu’ya bağlı idi. 1324-1692 yıllarına kadar böyle kalmıştır. 1692-1811 yıllarında yapılan yeni düzenlemelerle de yine Bolu İlinin bir idari birimidir. 1811-1864 yıllarında Viranşehir bir sancak merkezi ve Bolu ile müşterek bir yönetim altında idi. Aynı yıllarda bir Mutasarrıflık ve Mültezimlik idi. Viranşehir ile Gerede arasında bulunan köyler aynı dönemde Ulak adı altında ilçe yapılmış ve Bolu’ya bağlanmıştır. 1845 yılında Abdülmecit döneminde ise kasaba teşkilatının kurulmasıyla “Mecidiye” adını almıştır.
1864 yılında vilayetlerin teşkiline ait bir Nizamname çıkarılır, eyalet sistemi kaldırılır ve vilayet sistemine geçilir. Bu dönemde Eskipazar, Kastamonu Vilayetine bağlanır. 1894 yılında çıkarılan Kastamonu Salnamesi’nde Eskipazar’a Bartın ve Safranbolu İlçelerinin bağlı olduğu, adının da Viranşehir sancağı olduğu kaydedilmiştir. 1908 yılında 2. Meşrutiyet ilan edilmiş ve dönemden sonra Eskipazar Çankırı’nın bir idari birimi olmuştur. Cumhuriyet dönemi ile birlikte bucak olmuş, pazarının eskiliği dolayısıyla şimdiki adı olan Eskipazar’ adını almış ve Çerkeş ilçesine bağlanmıştır. 1930 yılında D.D.Y.’nin Karabük Demir Çelik Fabrikalarına Balans taşı getirmesiyle Eskipazar daha da hareketlenmiş ve nüfus sayısı artmıştır. Ormanlık bölgede olması nedeniyle 1944 yılında kereste fabrikası kurulmuş ve istasyonun yapılmasıyla ticaret ve yerleşim genişlemiştir. 1945 yılında Eskipazar bu artan nüfusuyla birlikte ilçe merkezi olarak Çankırı’nın ilçeleri arasında yerini almış ve 1946 yılında belediye olmuştur. 1995 yılında Karabük’ün il olmasıyla birlikte Çankırı ilinden ayrılarak Karabük’ün ilçelerinden biri olmuştur.
Tarihi Kalıntılar
- Asar Kalesi : Eskipazar İlçe merkezinin kuzeydoğusunda bulunan Semail köyündedir. Doğal bir kale olup, yakınında bulunduğu dere seviyesinden 300 metre yüksekliktedir. İnsan eliyle yapılmış tünellerin yer aldığı kale başka bir özellik taşımaktadır.
- Kaya Mezarları: Eskipazar ilçe merkezinin batısında bulunan Hadrianapolis (Viranşehir) harabeleri içinde ve çevresinde yer alır. İki sıradan oluşan Delik Kaya Mezarlarının boyutları 2x2x1 m. Ebadında olup aralarında birer ölü sediri bulunur. Tavanları kubbemsidir. Düzenli yapılmış olan Hisariçi Kaya Mezarları’nda ise tavan düzenli, oda tonozlu ve 2 m. yüksekliktedir. Roma Devri’ne ait olduğu, bulunan kitabelerden anlaşılmaktadır.
- Kaya Tünelleri: Semail Köyü’nde Asar Tepesi’ndedir. At nalı şeklinde tonoz biçimli sabit kayadan kesilmiş merdivenleri vardır. Dereye kadar inen ve merdivenleri olan ikinci bir tünel daha vardır.
- Antik Yerleşim Yerleri: İmparator Caracalla (211-217) ve Diacletianus (284-305) ait heykel kaideleri, Zeus Kiminsteros, Demeter, Artenis Kratione Hermes kütleleri ile ilgili tapınak ve yazıtları, mezar yazıtları bulunan Kimistene, Roma İmparatorluğu döneminde önemli bir yerleşim yeri idi. Yazıtlar arasında Kimisteneliler’in Romanya’da maden işçisi olarak çalıştıklarına ait yazıtlar bulunmuştur. Kimistene yerlileri Amasra ve Bartın kıyılarına Dalmaçya kıyılarından gelerek yerleşmişlerdir. Deresemail, Hanköy, Bayındır antik yerleşim alanlarıdır. Latince ve Eski Yunanca yazılmış kitabeler, taşlar üzerine yazılmış çeşitli tasvir ve heykeller bulunmuştur.
Ovacık
İlçe antik çağlara rastlamakla beraber yüzeysel olarak çok eski dönemlerden beri bir yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. İlçe sınırları içinde Eti, Lidya, Paflagonyalılar, Galatlar, Roma sonraki dönemlerde ise Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin etkileri görülür. Önceleri Bizans egemenliği altında olan ilçe toprakları Alparslan’ın Anadolu’yu 1071 yılında fethiyle birlikte Türklerin eline geçmiştir. 1350 yılında Osmanlığı egemenliğine geçerek 1416 yılında Çelebi Sultan Mehmet tarafından Çankırı Sancak Beyliği Çerkeş Kazasına bağlanmıştır. İlçenin tarihi hakkındaki sağlıklı bilgiler, Osmanlı İmparatorluğu dönemlerine rastlamaktadır. 1869 Kastamonu salnamesinde; 25 köyü, 2145 hanesi ve 7381 nüfus ile Çerkeş İlçesine bağlı bir bucak olduğunu 19. yüzyıl yarısında Şemsettin Sami ve Ali Cevat salnameyi doğrular nitelikte bilgiler vermişlerdir.
İlçenin Osmanlı dönemindeki ismi Ulak (Şehabettün) olarak anılmaktadır. Amasra Limanı ile Çankırı İç Anadolu arasındaki eski ticaret yolunun Çerkeş, Ovacık, Safranbolu, Bartın güzergahını takip ettiğini, bu yolun uzun ince, katırcı ve kervan yolu olduğu bilinmektedir. Ovacık, Çerkeş İlçesine bağlı bir bucak iken 19.06.1957 tarihinde ilçe olarak kurulması öngörülmüş, 01 Nisan 1959 yılından itibaren kuruluşunu tamamlayarak hukuken Çankırı İline bağlı Ovacık İlçesi olarak teşkilatlandırılmıştır. İlçe daha sonra 06.06.1995 yılında İl yapılan Karabük iline bağlanmıştır.
Tarihi Yerler:
Pürçükören Köyü, Karakoyunlu Mahallesinde Lidya uygarlığına kadar uzanan kaya mezarları, Kurutma Kayası, Gözetleme Kulesi, Abdullar Köyünde, Anbarözü Köyü Cevre Mahallesinde Çatak Köyü Şıhlar Mahallesinde ve Boyalı Köyünde Türk- İslam dönemine ait camiler vardır. Ovacık İlçe merkezinde Can Baba Türbesi, Yerli Baba Türbesi ile Pürçükören Köyü Karakoyunlu Mahallesindeki türbe ile Boyalı Köyünde Horasan erenlerinden Musa Efendi Türbesi bulunmaktadır.
Gerdek Boğazı kaya mezarları Soğanlı Çayı vadisinde bulunan Pürçükören Köyü Karakoyunlu Mahallesindedir. Mezarların ilk tespiti B.Leonhard tarafından yapılmıştır. Mezarların 7. yüzyıla ve daha eskilere dayandığı tahmin edilmektedir. Mezarın genel görünümü üçgen alınlıklar içice dikdörtgenler kullanılmış ve ağaç mimarisi taklit edilmiştir. Sütun başlıkları hurma yaprağı ile süslü olup doğu mimarisinin etkisi görülür.
Karain Kaya Mezarı, Pürçükören Köyü Karakoyunlu Mahallesinin güneybatısında kayalara oyulmuş dört odadan meydana gelmiştir.
Kayadibi Mağarası, Karakoyunlu Mahallesinin doğu kısmında kaya içine oyularak yapılmıştır. At nalı biçiminde girişi olan mezar odasında arslan başları bulunmuştur.
Yenice
Yenice’nin tarihine ait bilgilerin başladığı dönem hemen 16.yy başlarıdır. Osmanlı Devletinin Yavuz Sultan Selim döneminde yazılmış olan Bolu Sancağı Tapu Tahrir Defterinde Yenice Bolu Sancağının bir nahiyesi olarak niteleniyor. 1692 yılında, Bolu Sancağının kaldırılarak bölgenin Kastamonu Sancağı’na bağlandığı belirtilmektedir. 19.yy başlarında 1811 yılında kurulduğu bilinen Viranşehir Sancağı döneminde Yenice, sancağın önemli bir kazası olarak ortaya çıkmaktadır. 1912 yılında nahiye olmuş ve 1953 yılında Karabük’ün ilçe oluşuyla, Karabük’e bağlı bir bucak olmuştur. Yenice 1987 yılında Zonguldak ilinin bir ilçesi ve 1995 yılında Karabük’ün il olmasıyla birlikte Karabük’e bağlanmıştır.
Tarihi Yerler : Çengeller Köyünde Fındıktepe mevkiinde Bizans dönemine ait kilise kalıntıları, Gökbel Köyü Hamazkralı mevkiinde tümülüs, Yenice Merkez Demirciler Mahallesinde Antik yapı kalıntısı bulunmaktadır.
Coğrafya
Batı Karadeniz Bölgesinde Karabük, kuzeyde Bartın (80 km.), kuzeydoğu ve doğuda Kastamonu, güneydoğuda Çankırı, güneybatıda Bolu, batıda Zonguldak illeriyle komşudur.
Karabük vadiler ve platolardan oluşmaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 270 m. olmasına rağmen 2000 m yi bulan tepe ve yaylalar mevcuttur. Türkiye'nin önemli ormanlık alanlardan olan Yenice Ormanları "Açık Hava Orman Müzesi" olarak belirlenmiştir.
Kısmen Karadeniz ikliminin özellikleri görülen Karabük, kıyıdan içeride kaldığı için, Karadeniz'in nemli havasından yeterince yararlanamamakta, karasal iklimin özellikleri daha ağır basmaktadır. Ancak, İç Anadolu'da olduğu gibi şiddetli kış soğukları ile kurak yaz sıcakları görülmez. En çok yağış ilkbahar ve kış aylarındadır.
İklim : Batı Karadeniz Bölgesinde yer alan Karabük’te kısmen Karadeniz ikliminin özellikleri görülmektedir. Yalnız Karabük, kıyıdan içeride kaldığı için, Karadeniz’in nemli havasından yeterince yararlanamamakta, karasal iklimin özellikleri daha ağır basmaktadır. Karadeniz ikliminden karasal iklime geçiş sahasındaki Karabük’te geçiş tipi iklim etkili olmaktadır. Yıllık ortalama sıcaklık 13.20 C’dir. En soğuk ay olan Ocak’ta ortalama 2.60 C, en sıcak ay olan Temmuz’da 23.10C, sıcaklık vardır. Ortalama yıllık amplitüd ise 20.50 C’dir. Şu ana kadar ölçülen en yüksek sıcaklık 11 Ağustos 1970’de 44.10 C’dir. En düşük sıcaklık ise 25 Ocak 1974’de -15.100 C olarak ölçülmüştür.
Karadeniz ikliminin etkisiyle her mevsim yağış görülse de, Temmuz ve Ağustos aylarına rastlayan kurak bir dönem belirginleşmiştir. Karadeniz kıyılarına göre oldukça az yağış alan Karabük’te yıllık ortalama yağış miktarı 487.7 mm. dır. Eflani, Ovacık ve Yenice çevresinde yıllık yağış miktarı daha fazladır. Temmuz ve Ağustos en az yağış alan aylardır. İlkbahar ve yaz aylarında sağanak yağışlar görülmektedir. Karabük’ün yıllık rüzgar gülü incelendiğinde hakim rüzgar yönünün güneybatı olduğu görülür. Batı ve kuzeyden de fazla rüzgar esmektedir. Yıllık ortalama rüzgar hızı 0.8 m/sn. dır.
Bitki Örtüsü ve Doğal Hayat : İlin yüzölçümünün % 60’ı ormanlarla kaplıdır. Merkez İlçe, Safranbolu, Yenice ve Eskipazar ormanların gür olduğu alanlardır. Eflani, Ovacık ve Eskipazar çevresinde karasallık etkili olduğundan bozkırlar yaygın olarak görülür. Buralarda yüksek kesimler ormanlarla kaplı olup ağaç yetişme sınırının üzerinde olan yerlerde geniş dağ çayırları bulunmaktadır.
Karabük’ün en yüksek yeri olan Keltepe bitki örtüsü açısından şu özellikleri taşımaktadır. Yüksekliğin az olduğu yerlerde Kızılçam, 700-800 metre yükseklikten sonra yerini Köknara bırakmaktadır. Karışık şekildeki ormanlar 1600-1700 metreye kadar çıkabilmektedir. Kayın, meşe, gürgen, Akçaağaç, dişbudak, kavak yaygın olan türlerdir. Dere içlerinde lokal olarak çınar, söğüt, ıhlamur, şimşir gibi türler ortaya çıkmaktadır. 1700 metreden daha yukarıda yüksek dağ çayırları yer alır. Burada kekik ve ada çayı en çok göze çarpan bitki türüdür.
Keltepe’deki bu durum bütün il genelini yansıtmaktadır. Karasal ikliminin daha fazla hissedildiği alanlarda meşe ön plana çıkarken, Eflani çevresinde çayır ve otlakların geniş yer kapladığı görülmektedir.
Yenice ormanlarının Türkiye’de eşi benzeri yoktur. Çok sayıda ağaç türünü barındıran bu ormanlardan, bilinen altı ana ağaç türüne 30 önemli ağaç türünü eklemek mümkündür. Gökpınar mevkiinde dört hektarlık bir alan arberetum (Açık Hava Orman Müzesi) olarak belirlenmiştir.
Yenice ırmağı vadisinde lokal bir Akdeniz ikliminin mevcudiyeti buralarda ladin, sandal, erguvan, menengiç gibi maki türlerinin yetişmesini sağlamıştır.
Yenice ormanları, çok çeşitli bu ağaç türlerinin yanında, bazı ağaçlarının olağanüstü çap ve boyutlara ulaşan örneklerini de barındırır. Bu anıt ağaçlarla birlikte orman altı bitkileri ve yaban hayvanları ile eşsiz bir ekosistem ortaya çıkmaktadır. Yenice ve Keltepe ormanlarında yaygın olarak bulunan şimşir ve porsuk ayrı bir öneme sahiptir. Bölgede çok miktarda yaban domuzu olup az sayıda tilki, tavşan, ayı, keklik, karatavuk, çulluk’a rastlanmaktadır. Yenice bölgesinde yukarıdakilerin dışında; Karaca, Vaşak, Yaban Kedisi türleri bulunmaktadır.
Dağlar
Kuzey Anadolu Dağlarının bir parçasını oluşturan ildeki dağlar kıvrım dağlarıdır. Bu dağların yüksekliği 2000 m.yi geçmez. Karabük’ün kuzeyinde, batıya doğru uzanan geniş bir dağlık alan bulunmaktadır. Küre Dağlarının uzantıları niteliğindeki bu alanda, ortalama 1400 m. Yüksekliğe sahip Çiğdem Tepe, Boyundurluk Tepe, Tekirdağ, Başköy Dağları yer alır. Bu alanda Karabük’ün ikinci yüksek noktasını oluşturan Sarıçiçek tepesi de (1750 m.) bulunmaktadır.
Safranbolu çevresinde, Araç Çayı ve kollarının parçaladığı platoluk alan üzerinde kuzey doğuya doğru uzanan Sipahi Dağı yer almaktadır. Daha kuzeyde kalan Eflani çevresinde düzlükler geniş yer tutar. Burada 1416 m. Yüksekliğindeki Göktepe ve Tepedağ, en önemli yükseltiler olarak karşımıza çıkar.
Yenice Irmağı ve Araç Çayı’nın yer aldığı havzanın güneyinde de dağlar yoğunlaşmıştır. Karabük’ün güneydoğusunda yer alan Keltepe 1999 m. Yüksekliği ile Karabük’ün ve Batı Karadeniz Bölgesinin en yüksek noktasıdır. Ormanlarla kaplı olan dağın zirvesi mayıs ayı sonuna kadar karla kaplıdır. Keltepe Bölgesinden Eskipazar’a doğru uzanan alanda en önemli yükselti Eskipazar’ın kuzeybatısında kalan Hodulca Dağıdır. (1730m.) Yenice çevresiyle birlikte Eskipazar’da yer alan dağlar Bolu ve Köroğlu dağlarının uzantılarıdır. Yenice çevresindeki dağlar oldukça engebeli olup bu alanda en önemli yükselti Keçikıran Tepesidir. Ovacık çevresinde en yüksek dağ Çalyayla Dağı (1432m.) dır.
Ovalar
Oldukça engebeli ve eğimli yapıya sahip olan Karabük’te büyük düzlükler ve ovalar yoktur. Araç ve Soğanlı Çaylarının kenarında küçük düzlükler yer almaktadır. Eskipazar çevresinde Hamamlı, Bayındır, Sadeyaka Ovaları yer alır. Soğanlı Çayı vadisinde, Safranbolu’nun Geren Köyü yakınında Geren Ovası bulunmaktadır. Hamzalar mevkiinde ise Cemal Ovası yer alır. Ovacık ve Eflani çevresinde geniş düzlükler yer alır ve kimi yerde ova, kimi yerde plato görünümlü ortaya çıkmaktadır.
Yaylalar
Çok sayıda yaylanın yer aldığı Karabük’te en önemli yaylalar Avdan Yaylası, Dede Yaylası, Sorkun Yaylası, Uluyayla, Göktepe Yaylası, Sarıçiçek Yaylası, ve Boduroğlu Yaylalarıdır.
Karabük-Yenice-Eskipazar arasında kalan Sorkun Yaylası yaklaşık 1650 m. Yüksekliğinde olup geniş bir alana sahiptir. Geniş bir alana sahip olan yaylada geniş çayırları çevreleyen ormanlarda yeşil, sarı ve kırmızının her tonuna rastlamak mümkündür. Yaylada doğa yürüyüşü ön plana çıkmaktadır. Bahattin Gazi’nin türbesinin bulunduğu Dede Yaylası yaklaşık 1670 m. Yüksekliğinde olup, her yıl şenlikler düzenlenmektedir.
Safranbolu’nun kuzeyinde yer alan Uluyayla, oldukça gür ormanların içinde geniş ve yemyeşil çayırların uzandığı bir alandır. Ahşap malzemeden yapılan yayla evleri ile ormanların bütünleşmesi ortaya cennet gibi bir mekan çıkarmaktadır. Sarıçiçek yaylası da bitki örtüsü ve geniş alanlarıyla oldukça dikkat çekmektedir. Eflani çevresi düzlükleriyle bütünüyle yayla görünümündedir. Karabük’ün kuzey kesimlerinden batıya doğru Büyükdüz, Tekir, Arıcak, Yaylaçiçeği ve Bostancık Düzü gibi yaylalar yer alır.
İçinde çok çeşitli ağaç çeşitleri, olağanüstü çap ve boya ulaşan örnekleri ile diğer bitki florasını barındıran, eşsiz bir ekosistem özelliği gösteren Yenice Göktepe yaylasında her yıl şenlikler düzenlenmektedir. Yine bu alanda Meğre, Yassıyurt, Alaboga, Karaboğa, Bağbaşı gibi yaylalarda bulunmaktadır.
Keltepe’den Eskipazar’a uzanan alanda Adiller, Hasanlar, Kulat, Şerafettinler, Eğriova, Sündek, Acemler ve eski bir yerleşim yerinin de bulunduğu Belen Yayla bu alandadır.
Ovacık çevresinde ise şenlikler düzenlenen Boduroğlu Yaylası önemlidir. Ayrıca Çakallı, İmanlar, Göllü Yayla yer almaktadır. 1300 m. yüksekliğe sahip Avdan Yaylasının çevresi kayalarla kaplı olup düz ve geniş olan tepe kısmında eski şehir kalıntısı bulunmaktadır.
Kanyonlar
Karabük’ün doğal güzellikleri arasında kanyonların ayrı bir önemi vardır. Daha çok Safranbolu İlçesinde kireçtaşı tabaklarının derin biçimde yarılması ile kanyonlar ortaya çıkmıştır. İlgi çekici en önemli kanyonların başında İncekaya Kanyonu gelmektedir. Üzerinde İncekaya Su Kemerinin yer aldığı kanyon oldukça dik ve derin yamaçlara sahiptir. Uzunluğu oldukça fazla olan ve içinde Doğal Hayatı Koruma alanı oluşturulan Düzce (Kirpe) Kanyonu ziyaretçileri adeta büyülemektedir. Diğer kanyonlar ise Tokatlı ve Sakaralan kanyonudur. Safranbolu’dan geçen Gümüş, Akçasu ve Bulak dereleri de üç ayrı kanyon oluşturarak Araç Çayına karışmaktadır.Yenice’de yer alan Şeker Çayı ise 6.5 km. uzunluğunda, kenarları oldukça dik ve yüksek olan Şeker Kanyonu’nu oluşturmuştur.
Akarsular
Filyos Irmağı: Karabük İlinin en önemli akarsuyu Filyos Irmağı’dır. Bu ırmağın iki önemli kolu olan Araç ve Soğanlı Çayları il topraklarındaki önemli akarsulardır. Filyos ırmağı kaynaklandığı yerden denize dökülünceye kadar değişik isimler almaktadır. Kaynaklandığı yerde Ulusu ismiyle bilinen akarsu, Gerede yakınlarında Gerede Suyu, Eskipazar yakınlarında Soğanlı Çayı, Araç Çayı ile birleştikten sonra Yenice Irmağı adını alır. Devrek Çayı’nıda alan ırmak, Filyos Irmağı adıyla Karadeniz’e dökülür. Irmak, 288 km. uzunluğundadır.
Soğanlı Çayı: Gerede’nin güneybatısından kaynaklanarak Eskipazar’ın güney kesimini sulayan Gerede Suyu ile Çerkeş’ten gelen Çerkeş Çayı birleşerek Soğanlı Çayı’nı oluşturur. Hamamlı Köyü’nün güneyinden itibaren Ovacık’ın doğusunda ve kuzeyinde bir müddet akar. Önce Bağırsak Deresini, daha sonrada Karabük yakınlarında Eskipazar Çayını alır. Karabük’te Araç Çayı ile birleşerek Yenice Irmağı adını alır.
Eskipazar Çayı : Eskipazar’ın batısındaki Eleman dağından doğar. Doğu ve kuzey yönlerinde bir müddet aktıktan sonra Karabük yakınlarındaki Cemal Ovası’nda (Hamzalar) Soğanlı Çayına karışır.
Araç Çayı: Ilgaz Dağlarının kuzey yamaçlarından kaynaklanır. Çok sayıda dere ile beslenir. Eflani çevresindeki en önemli akarsu olan Taşçıdeğirmen Çayı ile birleşir. Safranbolu’nun güneyinden batıya doğru akarken Ovacuma Deresi’ni alır. Safranbolu’dan geçen Gümüş, Akçasu, Tabakhane ve Bulak derelerini de alarak Karabük’te Soğanlı Çayı ile birleşir.
Yenice Irmağı: Araç ve Soğanlı Çaylarının birleşmesiyle oluşan bu ırmak dar ve derin vadiler içinde akar. Bolkuş Boğazı’nı geçer. Balıkısık mevkiinden sonra vadisi genişler. Pirinçlik yakınlarından Kel tepe’den gelen Değirmen deresini alır. Kelemen, Kızılkaya, Karakaya, Şeker Çayını alarak ilerleyen akarsu Devrek Çayı ile birleşir. Filyos Irmağı adını alarak Karadeniz’e dökülür.
Göller
Karabük’te büyük doğal göl yoktur. Ovacık’ın kuzey kesiminde Şamlar Köyü yakınlarında Karagöl adında bir krater gölü bulunmaktadır.
Eflani’de sulama amaçlı üç gölet yapılmıştır. Bunlar Bostancılar Göleti, Kadıköy Göleti ve Ortakçılar Göleti’dir. Sulamada faydalanılan bu göletlerde olta balıkçılığı yapılmaktadır. Bu göletler, çevresindeki ormanların güzelliği ile mesire yeri olarak ön plana çıkmaktadır. Yine Ovacık İlçesindeki Karağöl Kastamonu yolu üzerinde, Safranbolu İlçesi sınırlarında, Konarı yolu üzerindeki Konarı Gölü, küçük olup, halk arasında efsanelere konu olmuştur
Tarihçe
Ulaşım
Karabük güney yönünden Karadeniz ana yolu ve Gerede’den de TEM otoyoluna ve E-5 Karayoluna bağlıdır. Kuzeydoğusundan Bartın’a Güneydoğusundan da Kastamonu’ya bağlıdır. Batı yönünden Yenice Çayı vadisini izleyen ve yapım halinde olan yol ile de Yenice ilçesi üzerinden Zonguldak’a bağlantı çalışmaları sürmektedir..
Karabük demiryolu ulaşım imkanlarına da sahip bir ilimizdir. Demiryolu ile Zonguldak’a ve Çankırı üzerinden Ankara’ya bağlantısı mevcuttur. Karaelmas Ekspresi ile Ankara-Zonguldak arasında yolcu taşımacılığı yapıldığı gibi, Karabük-Zonguldak arasında da işçi ağırlıklı yolcu taşımacılığı yapılmaktadır. Mevcut demiryolu hattından ayrıca Kardemir D.Ç İşletmelerinin hammadde (Demir Cevheri ve Taşkömürü) ihtiyacı da karşılanmakta ve ürün naklinde de kullanılmaktadır. Kent sınırları içinde 120 Km.lik demiryolu ağı bulunmaktadır.
Karabük'ün Komşu İllere ve Büyük Kentlere Uzaklığı
(km) |
Ankara |
Bartın |
Bolu |
Çankırı |
İstanbul |
Kastamonu |
Zonguldak |
Karabük |
217 |
87 |
132 |
195 |
385 |
125 |
167 |
Karabük'ün İlçelere Uzaklığı
(km) |
Safranbolu |
Eskipazar |
Yenice |
Ovacık |
Eflani |
Karabük |
10 |
35 |
30 |
37 |
48 |
vKarabük ve çevresi, antik devirde Paflagonya denilen bölge sınırları içerisinde yer almaktadır. Coğrafi olarak çok karışık olan bu bölgedeki yerleşmeler erken bronz (tunç) çağda başlamış, geç bronz çağa gelindiğinde ise yerleşimlerin hem yoğunluklarında hem de boyutlarında önemli bir artış meydana gelmiştir. Hitit başkenti Hattuşa’da bulunmuş çok sayıdaki çivi yazılı metinlerden bu bölgedeki dağların Hitit Devleti’nin sürekli düşmanı olan kavgacı Kaşka Halkı’nı barındırdığı bilinmektedir. Bu nedenle güney Paflagonya bölgesinde geniş bir alana yayılmış pek çok höyük tespit edilmiştir. Bu höyüklerin hepsi stratejik noktalarda yer alırlar ve doğal su kaynakları ile verimli topraklara çok yakındırlar. Paflagonya toprakları üzerindeki tümülüslerin pek çoğu kaçak olarak kazılmış bulunmaktadır. Bu nedenle tümülüsleri tarihlendirmek zordur ancak kazılmış tümülüslerden çıkan malzemeye dayanarak en erkeni Friğ’den başlamak üzere Helenistik hatta Roma Dönemi’ne kadar uzandığı söylenebilir.
Karabük ve çevresi, Hititlerin; M.Ö 1200 tarihinde yıkılmasından sonra sırasıyla Firik’lerin Kimmer’lerin, Lidyalıların ve Pers’lerin egemenliği altına girmiştir. M.Ö 64 yılında Pontus Kralı Mithridates Evpator’un yenilmesi üzerine Paflagonya bölgesi Romalıların eline geçmiştir. Roma Dönemi’nde Eskipazar İlçesinde Hadrianapolis ve Kimistene antik kentleri önemli birer yerleşim merkezi olmuştur. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Karabük ve çevresinde bu defa uzun sürecek bir Bizans Dönemi başlamıştır. Bizans döneminde Eskipazar ve Safranbolu birer piskoposluk merkezi olarak yörede etkin dinsel yerleşim alanları durumuna gelir.
1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türkler Anadolu içlerine doğru hızla ilerlemeye başladılar. 1075’ de İznik’i ele geçirerek Anadolu Selçuklu Devleti’ni kuran Süleyman Şah’ın komutanı Emir Karatekin Çankırı’yı fethettikten sonra Karabük ve çevresindeki kentlere yönelmiş ve 1084 tarihinde Ovacık, Eskipazar, Eflani ve Safranbolu’yu ele geçirmiştir. Bu tarihten sonra ele geçen bu topraklar Bizans ve Türkler arasında el değiştirmiştir. 1186 tarihinde Anadolu Selçuklu Devletini 11 oğlu arasında bölüştürmüştür. Bu tarihten itibaren
özellikle Melik Ruknettin, II. Süleyman Şah, Muhittin Mesut ve Gıyasettin Keyhusrev Selçuklu sınırlarını genişletmiştir. 1196 tarihinde Ankara Meliki Muhiddin Mesut Kastamonu taraflarında Bizanslılarla bir buçuk yıl savaştı. Safranbolu kalesini dört ay mancınıklarla kuşattıktan sonra fethetti. Safranbolu kalesinin alınmasıyla Türkler yöreye hukuken de egemen oldular ve kalenin “Dadybra” olan adını “Zalifre” olarak değiştirdiler. Bölge sınır olması sebebiyle Selçuklu-Bizans arasında sık sık el değiştirmiş ve tekrar Türklerin eline geçmesi 1213 yılına rastlamaktadır.
Bölgede sırasıyla; Çobanoğlu Beyliği, Umuroğulları Beyliği, Candaroğulları Beyliği, hüküm sürmüştür. 1326 yılından, Safranbolu’nun Osmanlı egemenliğine geçtiği 1416 yılına kadar, taraflar arasında birkaç kez el değiştirdiği görülmektedir. 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı sonrasında Karabük ve çevresi İsfendiyaroğulları Beyliğinin eline geçer. Fetret Dönemi sonunda Çelebi Mehmet tarafından 1416 yılı itibariyle Osmanlı egemenliğine tamamen geçmiştir. Karabük ve çevresi kesin olarak Osmanlıların eline geçmesiyle Bolu sancağına bağlanmıştır. 1694 tarihinde Bolu Sancağı kaldırılınca Voyvodalık haline getirilmiş ve 1694 tarihindeki bir Hatt-ı Hümayunla yeni oluşturulan Viranşehir Voyvodalığına bağlanmıştır. 1811 tarihinde Viranşehir Voyvodalığı kaldırılarak Viranşehir Sancağı durumuna getirilmiştir. Sancağın yönetim merkezi ise Safranbolu idi. Karabük ve çevresi Milli Mücadele yıllarında uzun bir süre Kastamonu’ya bağlı kalmıştır. Karabük ve çevresindeki olaylar bu dönemde Safranbolu merkezli olarak gelişmiştir. 1. Dünya Savaşı sırasında tümü Karabük, Safranbolu, Eflani ve Ulus askerlerinden oluşan 42. Alaydan Çanakkale cephesinden 7 yada 8 kişi geri dönebilmiştir. Kurtuluş Savaşında, Kuvay-i Milliye’nin deri ve ayakkabı ihtiyacı büyük ölçüde Safranbolu’dan karşılanmıştır.
İlimiz, dünyanın çok az yerinde rastlanacak zenginlikte bir kültür mirasına sahiptir. Tespit edilebilen 21 adet arkeolojik alan, 5 adet Kentsel Sit Alanı, 4 Adet Doğal Sit Alanı, 1417 adet tescilli eser, 693 adet yazma eser, 1088 adet basma eser, 32 adet tümülüs, 4 adet höyük, 100’den fazla kaya mezarının yanında, tescili yapılmamış envanterleşmemiş binlerce kültür varlığına sahiptir.
Bugünkü Karabük, Safranbolu’ya bağlı Öğlebeli köyünün 13 haneli bir mahallesi iken 1934 yılında Ankara-Zonguldak demiryolunun açılması ile birlikte istasyon adı olarak ilk kez Devlet Demiryolları haritasında görülmeye başlar. Karabük’ün kuruluş öyküsü, aynı zamanda Cumhuriyet tarihimizde Endüstrileşmenin öyküsü ile eş zamanlıdır. 3 Nisan 1937 de büyük önder ATATÜRK’ ün direktifleri ile zamanın Başbakanı İsmet İNÖNÜ tarafından Demir-Çelik fabrikalarının temeli atılır ve bu tarihten itibaren ülkenin sanayileşme sürecinde yerini alır. Karabük 1939 yılında Belediye, 1941 yılında Nahiye olur. 3 Mart 1953 yılında 6068 sayılı yasa ile İlçe haline gelir. Cumhuriyet kenti Karabük 550 sayılı kanun hükmünde kararname ile 6 Haziran 1995 tarihinde 78. İl olarak Türkiye idare sistemindeki yerini alır.
Masallar
İlimizde, özellikle Safranbolu’da annelerimizden, anneannelerimizden, babaannelerimizden günümüze anlatıla gelen çeşitli masallar vardır. Bunlar,Keloğlan masalları, padişah masalları, dev masalları, kuş masalı, gür baba, gülmez sultan,çinici, eyi yürekli çocuk, sıracalı kız, uyduruk hoca, üç elma vb….
Sıracalı Kız: Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ülkenin birinde bir padişah, padişahında üç kızı varmış. En küçük kızı çaresi olmayan bir hastalığa yakalanmış. Vücudunun her tarafı çıban olmuş. Padişah bu küçük kızını dağa bırakmış. Zavallı kız hava kararmaya başlayınca korkmuş, üşümüş, çaresizlik içinde bir ağaca çıkmış. Ağlamış. Bu kızın hastalığı sıraca imiş. Başka bir ülkenin padişahının oğlunun yolu oradan geçiyormuş. Atını sularken suyun yüzüne kızın görüntüsü vurmuş. Birde bakmış ki çok güzel bir kız. Kıza sormuş inmisin , cinmisin , söyle kimsin diye. Kız da ben ne inim ne cinim bende senin gibi bir adem oğluyum demiş. Padişahın oğlu in ağaçtan demiş ve atının terkisine atmış evine götürmüş. Kızın yüzü çok güzelmiş ama bütün vücudu çıban imiş. Padişahın oğlu kızı kimseye göstermemiş. Ahıra götürmüş boğazına kadar kemreye gömmüş. Orada üçgün mü, beş gün mü durmuş bilinmez sonunda çıkmış, birde ne görsün kızın hastalığından eser kalmamış. Padişahın oğlu onu kendisine nikahlamış. Güzel bir hayat yaşamışlar. Üç tane kızı olmuş. Birisinin adına Ne İdim, ikincisine, Ne Oldum, üçüncüye Ne Olacam adını koymuşlar. Padişahın oğlu bir gün kayın pederi padişahı sarayına davet etmiş. Akşam yemekler yendikten sonra annesi kızlarına iş buyurmuş; Ne idim bir su getiriver, Ne Oldum bir kahve yapıver, Ne Olacam şunu yapıver derken davetliler şaşırmışlar, bunda bir iş var demişler. Bunun sebebini bir anlatıver demişler. Sonunda kızları başlamış anlatmaya. Vakti zamanında ben bir padişah kızıydım, çaresiz hastalığa yakalandım anam, babam beni dağlara bıraktı. Beni padişahın oğlu buldu, iyileştirdi. Evlenip mesut olduk. Kızlarımızın adını çektiğimiz acıları unutamadığımız için Ne İdim Ne Oldum Ne Olacam koyduk. Kızın anası, babası yaptıkları hatayı anlamışlar, utanmışlar, özür dilemişler. Hep bir arada mutlu bir hayat yaşamışlar.
Şiirler (destanlar, türküler, maniler, tekerlemeler, ninniler, ağıtlar vb.)
Maniler:
Ak koyun milemesin
Mor menekşe yimesin
Sevdüğünü alamasın
Ben evlendim demesin
Ak koyun miler gelür
Dağları döner gelür
Yalunuz yatan yiğidin
Aklına neler gelir
*****
Bostanlarda fasulye
Anam gitti gezmeye
Ben anamdan örendim
İnce boncuk çizmeye
Koyunum var karaman
Kaybolursa aramam
Ben bir reçber kızıyım
Şehirliye varamam
*****
Bu dünyaya gelen gider
Giden gelmez hep temeldir
Niçin sözünü tutmam
Sözüm sana tesellidir.
Kıyamette nişan olsun
Ecel derdine derman olsun
Ne yapsın lokması azık
Zebaniler atar ateşe
Demezler sana hiç yazık
Türküler :
Gelin Alma Türküsü :
Şu doruktan şu doruğa aşurabilsek
Anasını babasını şaşurabilsek
Çiğdem toplamaya bayıra gelin
Seğmen seyretmeye çayıra gelin
Yazı yastık altı minder oğlan anası
Bağrı daşlı gözü yaşlı kızın anası
Şu doruktan şu doruğa aştuk da geldik
Çifte davul çifte köçekle koştuk da geldik
Şu doruktan şu doruğa aşurabilsek
Anasını babasını şaşurabilsek
Bağrı daşlı gözü yaşlı kızın anası
Dürüyem:
Dürüyemin güğümleri kalaylı ah kalaylı
Fistan giymiş etekleri alaylı alaylı amman aman
Dürüyemi aldatması kolaylı amman aman
Ah aman Allah buna can mı dayanır dayanır amman aman
Giyme dedim giydin sen bu allari ah allari
Başıma getirdin türlü halleri hallari amman aman
Düşman ettin bana bütün elleri ah elleri
Ah alurun dedin de aldattın beni aldattın beni amman
On telli saz ile oynattın beni oynattın beni aman
Ninniler:
Dandini dandini dastana
Danalar girmiş bostana
Kov bostancı danayı
Yemesin lahanayı
Nennilerle beledim
Al bağırdak doladım
Seni haktan diledim
Nenni yavrum nenni
Dandini dandini dastana
Danalar girmiş bostana
Bostanı yemez otunu yer
Benim oğlum lokum yer
Uyusun da büyüsün nenni
Büyüsün de yürüsün nenni
Benim oğlum adam olsun
Nenni yavrum nenni
Hu Allahın yoğurdu
Oğlumukimler doğurdu
Oğlumu doğuran ana
Balınan mı yoğurdu.
Doğum Gelenekleri
Yaşamın başlangıcını oluşturan doğum üzerine, yörede pek çok gelenek ve inanış bulunmaktadır. Bir kısmı halen uygulanan doğum gelenekleri, hamile kadının yapması gerekenlerle başlayıp, çocuk doğum ve bakımını da kapsar.
Hamile kadının yerine getirmesi gereken sorumlulukları üzerine inanışlar şu şekildedir.
Anneye gebe iken hiç haram yememesi öğütlenir. Eğer haram yerse çocuğun hırsız, söz dinlemez olacağına inanılır. Gebe kadına yaramaz, kötü huylu çocukları eleştirmemesi öğütlenir. Böyle çocukları eleştirirse doğan çocuğun da onlar gibi kötü huylu, haylaz olacağına inanılır. Balık gibi çocuk da elde avuçta durmaz diye gebe kadına balık eti yedirilmez. Çocuğun dudağı yirik olur diye gebe kadına tavşan eti, çocuğun vücudunda benekler çıkar diye ciğer yedirilmez. Gebe kadına acayip hayvanlara bakmaması öğütlenir. Kadın gebe iken yılan ve gelincik görürse kirlendiği inancıyla yıkanır.
Doğacak çocuğun cinsiyetini belirlemek üzere de bir takım inanışlar mevcuttur. İnanışa göre, kadının oturması için sedir üzerine iki minder koyarlar, minderlerden birinin altına makas, diğerinin altına da bıçak yerleştirilir. Kadın makas olan mindere oturursa doğuracağı çocuk kızdır, bıçak üzerine oturursa doğuracağı çocuk erkektir.
Doğuma ilişkin inanış ve gelenekler de şu şekildedir: Loğusa evi, komşuların teklifsiz girip çıktığı bir yerdir. Büyük küçük herkes yardıma koşar. Doğum, köylerde birbirine el verme suretiyle yetişen pratik ebeler tarafından yapılır. Ebelere çok hürmet edilir, onların, büyük küçük herkesin yanında analık vasfı vardır. Bayramlarda ilk defa ebe ananın eli öpülür.
Heyecanla beklenen doğumun neticesi erkek olduğu takdirde derhal babasına haber verilir, kız ise fazla sevinilmez, haber vermekten çekinilir. Çocuk doğunca sesi çıkmazsa, çocuğun tepesinde tef çalar gibi sahan çalınır. Çocuk soğuk suya sokulur. Doğduktan sonra çocuğun her yanı tuzlanır. Yine doğduktan sonra çocuğun hemen göbeği kesilir ve kızsa kulağı delinir. Göbeği kesildikten sonra kesilen parça, çocuk hoyrat, serseri olmasın diye ahıra atılır. Çocuğun ilk pisliği yıkanmaz bezi ile birlikte tavana atılır. Çocuk doğar doğmaz beyaz bir beze sarılır, bir müddet bekletildikten sonra hazırlanan leğende yıkanır, tekrar hazırlanan örtüye sarılarak babasına götürülür, doğumu müteakip lohusa da yıkanır ve yatar.
Durumu iyi olanlar yedi gün sonra mevlit okuturlar. Çocuğun bezleri kırk gün dışarı asılmaz. Aynı günlerde doğum yapan kadınlar birbirlerini kırk gün görmemeye dikkat ederler. Eğer görürlerse çocukları kırk basarlar diye yıkarlar. Doğumdan üç gün sonra çocuk adı verme merasimi yapılır. Hısım akraba davet olunur. Çocuğun babası yoksa yakınlarından biri çocuğun kulağına ezan okuyarak adını koyar. Adı koyan kişi, çocuğun kulağına üç defa ismini seslenir. Çocuğun adı böylece verilmiş olur.
Doğumdan sonra ilk kırk gün içinde her on günde bir olmak üzere anne ve bebek kırklanır. Son kırklama kırkını bastırmayalım diye 38. veya 39. gün yapılır. Kırklama şöyle yapılır; Pınardan (çeşmeden) arkaya bakılmadan yeni su getirilir. Getirilen sudan kırkar kaşık su iki bakır tasa ayrılır. Bu suların içine altın yüzük bir tarak bir de şişe atılır. Anne ve bebek yıkandıktan sonra ayrılan bu sular “Kırk Allah, kırkbir Allah” diyerek başına dökülür. Genellikle anne daha önce kırklanır. Bu kırklama evde yapılır. Eğer çocuk büyümez ve gelişmezse kırk bastı diye ocağa götürülür. Bu durumda çocuk ocakta kırklanır.
Sünnet Gelenekleri
Yöremizde sünnete ilişkin gelenekler bugün de büyük ölçüde devam etmektedir.
Sünnet çocuğuna giydirilen elbise genellikle beyaz renklidir. Üzerine “Maşallah” yazan omuzdan bele çapraz uzanan bir kurdele “şerit” takar. Çocuk beyaz renkli simli, sipersiz şapka giyer. Sünnet günü belirlenir, hazırlıklar başlar. Karyola ipekli kumaşlardan çocuğun hoşlanacağı şekilde süslenir. Çocuk, genellikle dokuz yaşında yazın okul tatillerinde sünnet ettirilir. Çocuk arkadaşları, akraba çocukları ile birlikte gezdirilir. Öğlen vakti sünnet evinde davetlilere yemek ziyafeti verilir. İkramda bolluk dikkati çeker. Safranbolu’da kirve olayı yoktur. Çocuk ailenin kararlaştırdığı birinin kucağına oturur ve onun kucağında sünnet olur. Bu kişi ailenin yakın akrabası ve komşusu da olabilir. Yalnız bu kişinin sünnet olayında nasıl davranıldığını bilen, deneyimli birisi olması gerekir. Bu kişi psikolojik olarak çocuğu sünnete hazırlar ve çocuğu rahatlatmaya çalışır. Çocuk sünnet edildikten sonra hemen ağzına bir tane büyük lokum verilir. Buna “Pelte Şekeri” denilir. Bu lokum, çocuğun ağlamamasını sağlar. Çocuk sünnet edildikten sonra duası yapılır ve hemen yatağa yatırılır. Ondan sonra tebrikat faslı başlar. Gelen misafirler çocuğa “aferin, artık adam oldun, hiç ağlamadın” gibi sözler söyleyerek avuturlar. Yine gelen misafirler çocuğa hediye verirler. Bu hediyeler; para ve altın ise çocuğa takılmaz. Çocuğun başını koyduğu yastığın altına konur. Genelde çocuğun ailesinden biri karyolanın başında durur. Bu kişi aynı zamanda gelen misafirleri “hoş geldiniz, sefa geldiniz” gibi sözlerle karşılar. Çocuğa annesi babası görmeden eskinin en meşhur sigarası olan kırmızı uçlu bir tane “gelincik sigarası” “artık adam oldun” diye içirilir. Belki sünnetin en keyifli olayı budur. Sünnetçi bir iki defa gelir ve pansuman yapar, sargıların ne zaman çözüleceğine karar verir. Daha sonra sıcak suyla dolu leğen buharına oturmuş gibi duran sünnet çocuğunun sargılarının çözülmesi işlemine geçilir. Çocuk bu sargılar alınıncaya kadar, kilot ve don gibi çamaşırlar giymez, etek gibi bol kıyafetlerle dolaşır.
Askerlik Gelenekleri
Genç askere gitmeden bir gün önceki akşam; hısım, akrabalar, dostlar, komşular asker evinde toplanırlar. Genelde askerliğini yapmış olan erkekler anılarını biraz da abartarak anlatırlar. Bu; moralle öğüt karışımı bir anlatımdır.
Gencin beline bağlanacak bir kuşak hazırlanır. Bu hazırlanan kuşağın iç tarafına bir cep dikilir. O cebin içine hem para hem de hastalıklara özellikle, ishal hastalığına iyi gelen, kiren (Kızılcık) çekirdeğinden yapılmış toz (ilaç) konur. Askere gidecek genç ailesi ile hısım akrabaları ile konu ve komşuları ile arkadaşlarıyla helalaşır, kapı önüne su dökülerek uğurlanır. Asker, ailesine, dostlarına, arkadaşlarına yazdığı mektubu “kestana kebap, acele cevap” gibi kafiyeli sözlerle bitirir. Askere gönderilen mektup “yüksek bir Türk gencine takdimdir” diye bir hitapla başlar. Bu hitap cümlesi askere büyük moral verir.
Düğün Gelenekleri
Evlenmemiş erkeklere yörede ergen denir. Ergen olanın evlenme çağı 20-25 arasındadır ve mutlaka askerliğini yapmış olması gereklidir. Evlendirilecek gencin yaşı olgunlaştıkça sararıp solması, yemeden içmeden kesilmesi anasını endişelendirir. Oğlunun ağzını arayan ana bir sırasını bularak kocasına oğlanın dünya evine sokmanın sırası geldiğini anlatır. Babanın anaya verdiği talimat şudur; “Eh, oğlana münasip bir kız arayıver bakalım!”
Kız Beğenme
Ana oğlanı evermeyi iş edinerek nerede düğün varsa oradadır ve sık sık hamamlara giderek kız beğenmeye uğraşmaktadır. Oğlunu evermek isteyen analar düğünlere gittiklerinde, beğendikleri kıza göz koyarlar. Ertesi gün oğlanın anası komşularla kızı yakından görmeğe kız evine giderler. Kahveler içilir, kız kahveyi canı isterse verir. Fakat kız anası kızına giyinip kuşanıp görücülere kahveyi dağıtmasını ister. Kız beğenilse de o anda istemek adet değildir.
Kız İsteme ve Nişan
Oğlanın baba veya amcası kızın yakınlarına kızın beğenildiğini söyler, Allah’ın emri Peygamberin kavliyle kızı oğullarına ister. Kızı isteyen erkeğe “dünür” kadına ise “dünürşü” denir. Kızın anası damat adayını beğenmezse kocasına çeşitli bahanelerle, gönlünün o işe ısınmadığını anlatır. Konu komşu bu işi artık “dile dolak” etmiştir. Kızın babası veya amcası kızı vermek istemiyorlarsa, sudan bir cevap verirler: “Hele bir düşünelim”denilir, istiyorlarsa hemen söz kesilir. Kızın babasına veya yakınlarına çarşıda nişan olarak bir veya iki beşibirlik altın, yüzük, küpe gibi hediye verilerek kız evine gönderilir. Kız evi ise iki sini baklava yaparak oğlan evine karşılık yapar. Baklava sinileri boşaldıktan sonra içine gelin için elbise konarak geri gönderilir. Oğlan ve kız evinde kurulan bir mecliste düğünün ne zaman yapılacağı kararlaştırılır, hazırlıklar başlar. Şayet bayram varsa oğlan kıza bayramlık olarak boynuzuna altınlar takılmış keçi gönderir.
Düğün
Düğün Eflani (Pazartesi) günü başlar. Düğün başlarken kız evi tekrar bir sini baklava yaparak oğlan evine gönderir. Düğün günü oğlan evi, gelinin elbiselerini (ayakkabısı hariç) ve bütün giyeceklerini sandığa koyarak kız evine gönderir. “Sepet” denilen bu sandığı, oğlan evi evvela düğünde bulunanlara gösterir.
Evvelden düğüne okuyucu (davetçi) çıkarılmış ve davetler yapılmıştır. Sonra kız evde kendi davetlilerine gösterir. Düğün, kız ve oğlan evlerinde ayrı ayrı kurulmuştur. Düğün evinin kapısı herkese açıktır. Buna rağmen, kapıda iri yarı bir adam nöbet bekler ve gelenleri buyur eder. İçeride merdivenin alt başında, çarşafları almak ve gelenlere yol göstermek için bir kadın bulundurulur. Bu kadına “Mahmacı” denir. Düğün gündüz ve öğleden evvel başlar. Hısım, akrabaya yemek çıkarılır.
Düğün evi, kadınlarla dolduktan sonra, çalgıcılar yerlerini alırlar. Saz takımında zillimaşa, küp(darbuka), def ve bir de türkücü vardır. Davetliler sıra halinde oturur. Sağdıç gelenlere yer gösterir ve hal hatır sorar. Ortada oyun oynayacaklar için yer açılmıştır. Davetliler düğüne “tepbaşı”, “dallı”, “hürriyet yünlüsü”, “şetari”, “sırmalı kadife”, “kaplama” giyerek, “beşibirlik”, “inci”, “elmas”, “ön ve koltuk zinciri” takarak gelirler. Yüzlerine allık ve aklık sürer, gözlerine sürme, kaşlarına rastık çekerler. Eflani gününde öğleden evvel başlayan düğün, ikindiye kadar devam eder ve herkes dağılır. Eflani günü akşamı, yatsıdan evvel, herkes yine düğün evine gelir. Kapıya takılan fener düğün evine gelinmesi içindir. Gündüz genç kızların düğüne gelmesi ayıptır. Bunun için, onlarda gece düğüne gelirler. Gece düğünleri, gündüz düğünlerinden daha eğlenceli olur. Çevrede oturan kadınlar genç kızları oynamaya zorlarlar. Asıl oyun evvelce tutulmuş ve bahşişleri verilmiş olan çengiler tarafından oynanır. Herkes susar, bütün gözler çengilere döner. Yine “oyun çekici” kadın bunları ortaya çeker. Çengilerin oynadıkları oyunların bir çok çeşitleri olduğu gibi en belirlileri, Amani, Aç Kapı, Kaşık Oyunu, Genç Osman ve Çatırdağıdır. Salı günü gündüz ikindiye kadar yemek daveti vardır. İkindi üstü düğün evi açılır ve herkes gelmeye başlar. Yatsıdan sonraya kadar yine türküler ve oyunlarla eğlendikten sonra “Helosa” başlar. Bu geceye “Sağdıç Gecesi” denir. Salı gecesi Helosa Türküsü ve Kabem ilahisi söylenir. Daha sonra arpa, üzüm ve fındıktan ibaret çerez serpilir ve herkes yavaş yavaş dağılmaya başlar.
Hamam ve Kına
Çarşamba günü sabahleyin, kız ve oğlan tarafı, davetliler ile beraber özel tutulan hamama giderler. Yalnız kızın anası hamam davetine iştirak etmez. Kızın yüzüne duvak yapar. Kabem türküsüyle soyar ve hamamdan içeri sokarlar. Yine aynı türkü ile kızı, göbek taşında yıkar, hamamdan çıkarlar. Hamam dönüşü kızı evin bir odasına kapatırlar ve yanık bir türkü ile ağlatırlar.Kız iyice ağladıktan sonra kız tarafı dostlarına yemek çıkarır. Yemekten sonra yine oyunlar oynanır. Çarşamba gecesi düğün yine devam eder. Bu gece “kına” veya “kız gecesi” denir. Bütün genç kızlar ve oğullarına evlendirilecek kadınlar düğün evini doldurur. Fazla kalabalık dağıldıktan sonra hısım-akraba kızı kınalamak için kalırlar. Gelinin bir elini ve bir ayağını hiç evlenmemiş bekar bir kız, diğer el ve ayağını da başı bozulmamış yani kocadan ayrılmamış veya kocası ölmemiş bir yeni gelin kınalar. Gelinin yüzü örtüktür ve sürekli ağlar. Kına yakılıp bittikten sonra gelin yatağa yatırılır ve hep birlikte dağılırlar. Çarşamba günü gecesi erkekler de düğün yapar. Erkeklerde de oyun yapılır, içkiler içilir ve türküler söylenip sabaha kadar eğlenilir. Perşembe günü güvey alayı, çalgıcılarla hamama giderler. Hamamdan sonra evde hep beraber yemek yiyerek dağılırlar.
Gelin Çıkarma: Kız tarafına gelince Perşembe sabahı memleketin en ileri gelen ailelerinden iki kadın gelinin saçını yapıp, süslerler. Gelin giydirilip süslendikten sonra umumun yanına çıkarırlar. Oğlan evi alayının “Gelin alma dümbeleği” duyulur duyulmaz, gelini tekrar bir odaya kapatırlar. Oğlan evini kız evi buyur eder.
Gelenlere bir tarafından şeker dağıtılır. Şekeri alan tabağın içine bahşiş atar. Bu para, şekeri dağıtan kadına ait olur. Oğlan anasına gelinin ayakkabısını ve çarşafını verirler. Kaynana, birkaç kadınla içeri girer ve gelinin ayakkabısını ve çarşafını giydirir. Gelini merdivenden, erkek kardeşi elinden tutarak indirir ve cibinliğin içine sokar. Merdivenden inerken, kaynana kızın başından şeker ve arpa saçar. Şeker tatlılık, arpa da bereket işaretidir. Gelini soktukları cibinlik kırmızı basma ve yerine göre ipekten yapılmış bir oda şeklindedir. Dört köşesine birer sırık geçirilmiştir. Sırıkların uçlarında ikisi kız evinden, ikisi de oğlan evinden olmak üzere dört çocuk tutar. Cibinliğe gelin, gelinle beraber düğün yemeğini pişiren aşçı kadın da girer ve gelinle gereği olan öğütleri ve zifaf gecesi hakkında vazifeleri anlatır. Gelin alma alayının önünde bir tek “dümbelek” çalar. Kaynana ve diğer hısımlar ihram örtünerek, gelin alayının önünde giderler. Bunlar seyircilere elma ve şeker atar bu elmayı kim kaparsa, doğruca güveye götürerek bahşiş alır. Güvey gerdeğe girdiği zaman bu elmanın yarısını geline yedirir, yarısını kendi yer. Gelin alayı oğlan evine geldiği zaman, gelin cibinliğini içinden çıkarılır ve merdivenin alt başına konulmuş bir koyun derisine bastırılır. Bundan maksat gelinin aile hayatında koyun gibi uysal ve yumuşak huylu olması içindir. Gelini merdivenden yukarı çıkarırken bir ibrik, koltuğunun altına da bir Mushaf verirler. Gelin, hususi suretle serilmiş bir seccadeye de bastırıldıktan sonra, ibrikteki suyu döke döke yukarıya çıkar ve odasına kapanarak beklemeye başlar. Güvey, arkadaşları ve dostları ile beraber akşam namazını camide cemaatle kıldıktan sonra hep beraber alayla eve gelirler. Kapının önünde bir imam güveyin duasını yapar; bitirdikten sonra elini öpen güveyin sırtını sıvazlar. Güvey içeri hızlı girmelidir. Aksi halde, sırtına bir sürü yumruk yer ve çürük yumurta, soğan gibi şeylerde arkasından atılır. Güvey doğruca gelinin yanına gider. Gelin oda kapısında onu karşılar. Güvey içeri girerken gelin ansızın ayağının üzerine basar. Bu da sözünün üstün olması içindir. Güvey içeri girdikten sonra, geline giderek “Hanemize hoş geldin” der ve adını sorar. Gelin hiç sesini çıkarmaz ve adını söylemezse güvey onu altın veya elmas gibi kıymetli şeyler vererek gelini konuşturur. Gelin adını söyleyip duvağı açıldıktan sonra, beraberce iki rekat namaz kılarlar. Sonra gelin, anasının evinden gelen bir tepsi baklavayı güveye tutar. Güvey tepsiden bir baklava alarak yarısını geline ısırtır, yarısını da kendisi yer. Güvey ev halkı ile yemek yer veya gelinle ayrı yer. Gelin ve güvey yatsıya kadar oturduktan sonra yatarlar. Cuma sabahı, güvey erkenden hamama sonrada eş-dost eli öpmeye gider. Ev halkı gelini süsleyerek bir köşeye oturturlar, geline bakmak için gelenlere ev dolmaya başlar. Gelinin yüzü örtüktür. Sağdıcı gelinin yanına oturur. Kız evi, o gün herkesi “semet’e buyur eder. Semet diye Cuma günü gelinle sağdıcın oynamasına denir. Herkes toplanınca duvak açılır. Elinde oklava bulunan bir kadın gelinin duvağına bu oklavayı dolar ve dua eder gibi geline öğüt vermeye başlar.
Kutlu olsun, kutlu olsun
Ahırın akibetin hayırlı olsun
İki oğlan bir kızın olsun
Anan evinde uçtun
Kocan evine düştün
Bu gece kocana gutçun
Kutlu olsun, kutlu olsun
Kutlu olsun diyenin akibeti de hayırlı olsun”
Maniyi okuyarak gelinin yüzü açılır. Yüzü açılan gelin mahcup mahcup bakar. Şeker dağıldıktan sonra, artık gelinin oynamasına sıra gelmiştir. Gelin sağdıçla başlayarak bütün genç akrabalarıyla oynamak zorundadır. Gelin oynarken, yere avucundan çerez serper. Herkes bu çerezleri kapışır. Sonradan gelin, döktüğü çerezlerden bir kısmını toplayarak kaynanasına verir. Kaynana bu çerezi bereketli olsun diye erzak ambarına koyar. Gelinle sağdıç son bir defa oynarlar. Güvey merdivenden çıkarak gelini alır ve para saçarak odasına girer odada beraberce kahve içtikten sonra dışarı çıkar ve evden gider. Gelini tekrar umumun yanına getirirler. Kaynana kalkar, geline takısını takar. Arkasından akrabalar da geline takı takarlar takı takma işi bittikten sonra gelinle sağdıç merdiven başında durarak misafirleri uğurlarlar, düğün artık sona ermiştir
Düğün bittikten sonra “Varma-Gelme” denilen karşılıklı ziyaretler başlar. Varma-Gelme, düğün bitip her şey tamamlandıktan sonra, yine pazartesi günü gelin ve kaynana başta olmak üzere, ağlan evi ve akrabalarının, yakın komşularla beraber kız evine yemeğe davet edilmesidir. Davetlilere evvela kahve dağıtılır. Kahveler içildikten sonra sofra kurulur. Bu sofra davetlilerin sayısına göre, birkaç tane kurulabilir. Ortaya evvela büyük bir kase ile pirinç çorbası konur. Bu yendikten sonra “Bütün et” denilen, fırında kızartılmış, üstüne maydanoz ve baharat ekilmiş et yemeği gelir. Sonra, birkaç çeşit sebze yemeği, lahana, yaprak dolması, yoğurtlu kebap, haluşka, ekşili köfte, muhallebi, su böreği, deli oğlan sarığı tatlısı, fasulye, pilav gibi yemeklerle karınlar doyurulur. Daha sonra misafirler bir fincan sade kahve içerler. O gün akşamında da aynı şartlarla erkekler yer, içerler. Perşembe günü de oğlan evi, bu ziyafeti kız evinde tekrar eder. Böylece yiyip içmekle başlayan kasaba düğünü, yine yiyip içmekle sona ermiş olur.
Eskipazar’da düğün bazen Cuma günü öğleden sonra, bazen de cumartesi günü başlayıp pazartesi akşamları son bulur. Eskipazar’da düğünle ilgili en önemli kavram “sinsin” dir. Düğünün başladığı ilk günü akşamı gençler uygun bir meydanda toplanırlar. Meydanın ortasına ateş yakarlar. Burada dans ve tiyatrovari bir takım hareketlerde bulunurlar. Buna Eskipazar düğünlerinde “sinsin töreni” adı verilir.
Yenice’de düğün ile ilgili kavramlarda çeşitlilik görmekteyiz. Bu kavramlar; darabul gecesi(danacılar), hak alma, urba kesme, posta ve maşalılar, bahçe çıkarma, gelin çıkarma, ebe parası, üç günlük ve yüz görümlüğü biçimindedir.
Bunlardan darabul gecesini anlatmak gerekirse: Bu gecenin en önemli konukları danacılardır. Bunlar kız tarafının erkek akrabalarıdır. Düğün sahipleri danacıların geleceği saati dikkatle beklerler. Çünkü danacılar düğün evinin en çok önemsediği konuklardır. Kız alma günü zorluk çıkarmamaları için her istekleri özenle yerine getirilir. Danacılar genellikle düğün evine geç saatlerde gelir, hediye olarak da kız babasının kendilerine verdiği hediyeyi(yorgan veya döşek) düğün sahibine verirler.
Eflani İlçesinde düğünlerde söz konusu olan kavramlar ise: “Kız Çıktı Havası”, “Yenge Bölüğü” ve “üç Gecelik” adlarıyla anılmaktadır. Bunlardan yenge bölüğü kavramını açıklayacak olursak; damat ile sağdıç bir araç temin ederek Cuma günü sabahı kız evine giderler. Sabah kahvaltısını orada yaparlar. O köyde bulunan kadınları, beraberinde götürdükleri araca bindirerek düğün evine varırlar. Düğün evine getirilen bu kadınlara “yenge bölüğü” denir.
Ovacık İlçesinde düğünler Çarşamba günü başlar, aşağıdaki türkü bu yöreye aittir.
Gelin Alma Türküsü
Şu doruktan şu doruğa aşurabilsek
Anassını babasını şaşurabilsek
Çiğdem toplamaya bayıra gelin
Seğmen seyretmeye çayıra gelin
Yazı yastık minder oğlan anası
Bağrı daşlı gözü yaşlı kızın anası
Şu doruktan şu doruğa aştuk da geldik
Çifte davul çifte köçekle koştuk da geldik
Şu doruktan şu doruğa aşurabilsek
Kızın babasıynan anasını şaşurabilsek
Bağrı daşlı gözü yaşlı kızın anası
Ölüm Gelenekleri
Öleceği anlaşılan bir kişiyi ailesi ve yakınları gece gündüz sıra ile beklerler. Hastanın yakınları, dostları, komşuları ziyarete gelirler, helalleşirler. Hasta ölünce sala ile cenaze olduğu bildirilir. Ölü sabaha kadar beklenir. Ölünün çenesi ve ayakları bağlanır. Ölünün üstüne şişmesin diye bıçak, kayış konur. Ölü bulunduğu odaya kedi girmemesine dikkat edilir. Kedi ölünün üzerinden atlarsa evden başka cenazelerin çıkacağına inanılır. Ölü kadın ise yıkandıktan sonra elinin içine konur. Ölünün ağzına, burnuna ve kulaklarına pamuk, kefenine çörekotu konulur.Tabutun üzeri ayetler yazılı kumaşla örtülür. Ölen kişi kadın ise tabutun başına baş örtüsü, erkek ise şapkası asılır. Tabutu, cenaze namazına gelenler mezarlığa sıra ile tutarak taşırlar. Mezara da toprağı sırayla atarlar. Toprak atarken kürek elden ele alınmaz, yere koyar. Ölmeden önce kefenlik biriktirilir. Bu para hocaya, sala veren kişiye, mezar kazıcılarına, suyu dökene, ısıtana dağıtılır. Ölünün yıkandığı suyun ısıtıldığı kazan ters çevrilerek üç gün durdurulur. Ölünün çıktığı odada ölümünün elli ikinci gününe kadar ışık yakılır. Ölünün giysileri üç gün sonra yıkanır. Ölü gömüldükten yedi gün sonra mevlit okutulur. Gelenlere gülsuyu, şerbet, şeker gibi şeyler dağıtılır. O gece ölünün kemiklerinden ayrılacağına inanılır. Daha sonra isteyenler, ölen kişi adına kurban keserler. Bu kurbana kabir kurbanı denir.
Bayramlar, Törenler, Kutlamalar
Safranbolu İlçemizde Ramazan Bayramı ile ilgili önemli geleneklerden birisi, bu mubarek ayın 15’inden sonra çocuklar tarafından yaşatılır. Çocuklar gece sokağa çıkar ev ev dolaşarak “Albayrak” adı verilen deyişlerle bahşiş toplarlardı.
Albayrak ırmazan
Dün gece yattım bir daş idi
Hak bağa yoldaş idi
Sölölömölmöl
Aşağı çarşı çamur olmuş
Paklavılar hamur olmuş
Paklavının içi şeker
Davulcunun goötü şişer
Sölölömölmöl
Aşağıdan gelir arı
Ayakları sarı sarı
Alam sağa koca garı
Almadım göörmedim
Sölölömölmöl
Bu şarkıyı söyleyen çocuklara da her evden ceviz, dut kurusu, çörek vb. hediyeler verilir.
Bayramlardan bir gün önce arife günüdür. Arife günü mezarlığa gidilir. Herkes yakınlarının başında Kur’an ve dualar okur. Köylerde ise bişiler, helvalarla mezarlığa gidilir. Bunlar orada toplananlara dağıtılır. Ziyaret günü gecesi köy evlerinde ocaktaki ateşe yağ dökülür.. Bu gelenek, o ev halkından ölmüş insanların ruhlarının ziyaret günü akşamı evin bacasına geleceği, eğer yağ kokusunu alırsa yakınların bayram yaptığını anlayarak sevineceği; yağ kokusunu alamazsa bayram yapılmadığı hükmüyle ağlayacağı inancı ile yerine getirilir.
Ramazan Bayramı’nda tekbir bayram namazı ile girer bayram namazı ile çıkar. Kurban Bayramı’nda ise arife günü sabah namazı ile başlar, bayramın son günü ikindi namazı ile çıkar. Tekbir süresince yaş kesmek, ot koparmak, çift sürmek, dikiş dikmek günah sayılır. Bayram sabahı namazdan çıktıktan sonra büyükten küçüğe doğru dizilerek bayramlaşılır. Bayram süresince akrabalar, dostlar, yakınlar ziyaret edilip, bayramlaşılır. Gelenlere baklava, börek, şeker ikram edilir.
Kurban bayramlarında kurban, genellikle ilk gün kesilir. Köylerde mahalleler arasında veya köyler arasında bayram süresince yemekler hazırlanır, sırayla yenir. Buna Safranbolu’da özellikle Yörüklerde “kolanga” adı verilir. Aynı gelenek Eskipazar, Ovacık ve diğer ilçelerimizde bayram nöbeti olarak anılır.
Kurban Bayramlarında Yenice’de “Hoymola” geleneği önemli etkinliklerdendir. Hoymola gençler tarafından oynanan bir oyundur. Dört genç altta halka şeklinde omuz omuza tutunurlar, diğer dört gençte onların omuzlarının üzerinde ayakta yine halka şeklinde omuzlarını birbirlerine tutarak bayramlaşmak için gitmek istedikleri eve doğru ağır ağır hoymola türküsü söyleyerek giderler. Eve vardıklarında üstteki grup pencereden alttakiler ise merdivenlerden eve girerler.
Her yıl 6 Mayıs günü Hızır Aleyhisselam ile İlyas Aleyhisselam’ın buluştukları gün olarak kabul edilen Hıdırellez gününde çeşitli inançlar sergilenir. Yenice’de Hıdırellez akşamı özellikle gençler bir araya toplanarak çeşitli dileklerde bulunurlar. Herkes dileği ile ilgili bir eşyayı(Yüzük, küpe, mendil) bir kutunun içine koyarak toprağa gömerler. Sabah olduğunda dilek kutusu bulunduğu yerden bir kişi tarafından çıkarılarak, içindeki eşyaları dua ve manilerle tekrar sahiplerine dağıtılır. Hıdırellez günü pikniğe çıkılır, yaş kesilmez, ot koparılmaz.
Safranbolu’da, Hıdırellez akşamı bahçede dikili olan soğanın yaprakları eşit olarak kesilir. Kesilen yapraklardan birine beyaz, diğerine siyah iplik bağlanır. Sabah olup bakıldığında, beyaz ipin bağlı olduğu, yaprak uzamışsa “sefası büyümüş” denir ve o yılın sefa ve mutluluk içinde geçeceğine inanılır. Siyah ip bağlanan yaprak uzamış ise “cefası büyümüş” denir ve o yılın cefa içinde geçeceğine inanılır. Su içinden 41 taş toplanır, okuharak bir torbaya konur. Taşlar niyet üzerine bir dahaki Hıdırellez’e kadar bekletilir. Tutulan niyet olsa da olmasa da taşlar alınan yere okunarak atılır.Hıdırellez’de üç gün süresince folluktan yumurta alınmaz. Folluktan yumurta alınırsa taş yağacağına inanılır. Hıdırellez gecesi Hızır Aleyhisselam görsün, evim olsun diyerek gül dibine taştan, kiremitten oyuncak ev yaparlar. Hıdırellez gecesi tabaklara un konarak ambara konur. Hızır Aleyhisselam’ın elini sürerse bolluk bereket olacağına inanılır.
Safranbolu’da havaların kurak gittiği zamanlarda, halk çocuklarında gelmesini teşvik ederek yağmur duasına çıkardı. Çocuklar bir sırık üstüne kabalak yaprağı takarak kalabalık halde ev ev dolaşarak şu tekerlemeyi söylerlerdi:
Yağ yağ yağmur
Teknede hamur
Ver Allahım ver
Bol bol yağmur
Göde göde göl olsun
Evin önü sel olsun
Arpa buğday bol olsun
Tavuklara yem olsun
Köpeklere yal olsun
Allah Allah bir Allah
Yağmurumuzu ver Allah
Hu dedim huuu
Bi denir suuu
Gökte rahmet
Yerde bereket
Ver Allahım ver
Bol bol yağmur
Halk Bilgisi
Halk hekimliğine ilişkin yöremizde uygulama biçimlerine “kocakarı ilacı” adı verilmektedir. Oldukça geniş olan yöredeki halk hekimliğine ait inanılan ve uygulanan tedavi yöntemlerinden bazıları şunlardır.
Ayva Yaprağı : Ayva yaprağı kaynatılıp, şeker katılarak içilirse öksürüğe ve soğuk algınlığına iyi gelir.
Çam Filizi: Çam filizlerinin ucundaki düğme gibi yumru kısımlar su ile kaynatılıp, şeker katılarak ılık olarak içilirse grip, soğuk algınlığı ve öksürüğe iyi gelir.
Çamsakızı: Çam filizinin kabuğu soyulup içinin suyu alınır. Bu su bal ile karıştırılıp, göğüs hastalıklarına karşı hastalara yedirilir.
Isırgan Otu: Kaşıntılara karşı kaynatılıp şekerle içilir.
Ihlamur: Çiçeği kaynatılıp şeker katılarak soğuk algınlıklarına karşı içilir.
Karabiber: Mide ağrılarına karşı kaynatılıp, şeker katılarak içilir.
Karanfil: Kaynatılıp şeker katılarak öksürük olanlara içilir.
Kekik otu: Kurusu kaynatılıp şeker katılarak içilirse böbrek ağrılarına ve böbrek taşlarına iyi gelir.
Nane yaprağı: Kuru nane kaynatılıp şeker katılarak mide ağrılarına ve vücuttaki öbür ağrılara karşı içilir.
Patates: Başı ağrıyanların alınlarına patates kesilip, üzerine kahve dökülerek sarılır.
Yoğurt Suyu: Yoğurdun üzerinde biriken, biraz maviye çalan suyu böbrek taşlarını düşürmek için içilir.
Zencefil: Zencefil kaynatılıp içilirse soğuk algınlıklarına iyi gelir.
Karnı ağrıyan kişilerin, karınlarına demir, taş gibi soğuk maddeler konur.
Yaraya, bereye soğan veya et sarılır.
Yanan yerlere salça ve elma suyu sürülür.
Kırılan yerlere salça ve elma suyu sürülür.
Kırılan yerler kara sakız ve yumurta ile sarılır. Bu işi yetişmiş ve uzman kişiler yapar.
Soğuk algınlığına karşı hastaya karabiberli çay içirtilir ve terletilir.
Nefes darlığına karşı “eşek nanesi” kaynatılarak içirilir.
Ayak burkulması veya incinmesi neticesinde, şişe üzerinde basılarak hareket ettirilir.
Karnı ağrıyan çocuk ince elenmiş toprağa yatırılır.
Kememe veya konuşmada zorluk çeken çocuklara, bülbülün içtiği suyun artığı içirtilir.
Eve sivrisinek gelmesin diye söğüt dalı odanın tavanına asılır.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 7 ziyaretçi (9 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|